20 Temmuz 2014 Pazar

Ben, Sahneler ve Ruhlarımız

Birkaç yıldır, bazı sahneler kapatılıyor, bazıları ise her türlü karşı çıkışa rağmen kapatılmak isteniyor. Artık bu zihniyete şaşırmıyorum. Anladık, sanattan korkuyorlar, sanatı sevmiyorlar, sanata düşmanlar. Onlara göre tiyatro binaları, bir taş yığınından ibaret. Yani ruhları yok. (Taşın bile ruhu vardır, değişir, öğrenir, bir anlam kazanır) 

Düşünsenize, öyle bir sahne ki oyuncu ve seyircinin soluğunu hissetmiyor, alkışları duymuyor, replikler uçuşacak bir yer bulamıyor, perdenin esintisi ferahlatmıyor, oyun ya da tiyatro ile ilgili sohbet edilmiyor, kısacası ruhlar ve tenler birleşmiyor. Bence bu durum sahne kapatmaktan çok daha öte... 

Durumu daha somut örneklendirmek taraftarıyım. 22 yaşındayım, sayısız salonda oyun izledim. (Türkiye'de salon yetersizliği olduğu büyük bir yalan) Bir binaya ruh veren elbette sadece taşın kendisi değildir. İçerisinde barındırdığı sanat eserleri, mimarisi, yaşamışları, yaşanmışlıkları ve biraz önce belirttiğim maneviyatı ile bir bütünlük söz konusudur. 
   
İtiraf etmek gerekirse, Ankara'daki tiyatro binalarının ruhları İstanbul'dakilerden çok daha iyi. Belki de hayat şartları, insan ilişkileri ve sanata verilen değer ile bağlılık bu duruma birer etken. Demiştim ya hani, taş değişir, öğrenir, anlam kazanır diye. Galiba bunun yanına "konuşur" ifadesini de ekleyebiliriz. İnanmayacaksınız ama sahneler beni "karşılıyor" bile. Hem de farklı şekillerde... 

Örneğin Büyük Tiyatro, "ben 'klasım' diyor. Renklerimi buna göre seçtim, sana kırmızı halı serdim, loca yaptım, vestiyer tahsis ettim, bahçeme Cüneyt Gökçer ve Leyla Gencer'in heykellerini diktim. Sadece tiyatroya değil, opera ve baleye de kapılarımı açtım, görevliye üzerini aramaması için talimat verdim, (aratsa idim bana yakışmazdı) önceki oyunlardan masklar sundum, ödüllerimi gösterdim, fuayem bile iki kat, seni ayakta bırakır mıyım hiç?" diyor...

Küçük Tiyatro, karşısında duran Büyük Tiyatro'dan ilham alarak, "ben klas duruşumu 'tarihi' kimliğimle örtüştürdüm, o kadar seviyorum ki tarihi, Devlet Tiyatroları Kütüphanesi ve Arşivi hemen üst katımda, koltuklarımı hiç değiştirmedim, perdem bu kadar çok repliği taşıyamayacak kadar yorgun ve ağır, daha önce bu binada yaşamış olan Ahmet Hamdi Tanpınar'ın, Orhan Veli Kanık'ın ve Saip Tuna'nın izinden gittim, içim yağlı boya tablolarla dolu, tavanım kubbe, kapım Oda Tiyatrosu ile ortak, yani misafir seven, içten bir salonum, tarihi şahsiyetime uygun olarak kahverengiye büründüm, 1947'den beri buradayım" diyor...

Her sahneyi yazmak takdir edersiniz ki çok zor. Bazı sahnelerin de hiç ruhu yok tabii orası ayrı. Bu cümleden kast ettiğim AVM'lerin içerisine açılan salonlar. Bana en yakını Cevahir. (Çoğaltılabilir) Atlantis Çocuk Merkezi'nin ve sinema salonlarının gürültüsü ile dolup taşan, fuaye ve vestiyerden mahrum bir tiyatro salonu. Ben, bütün ruhsuzluklarına karşın yine de bu tarz salonların da bir dilinin olduğunu düşünüyorum. "Beni neden açtın ki buraya, benim başlı başına bir bina da varlığımı göstermem gerekiyor. Evet bu bir gereklilik!" der gibiler. (Neresi olursa olsun, yeter ki bir sahne olsun mantığında değilim)

İstanbul'da (şu an açık olan) en sevdiğim sahne Üsküdar Tekel Sahnesi. Bütün yazıyı kapsıyor desem yeridir. Bina komple taş. "Ben, 'ağırım', konumum da pek güzel, manzaramla huzur bulabilirsin, müzeyim aynı zamanda ağırlığım biraz da bundan, inan başka yere gidemem, çünkü taş yerinde ağırdır" diyor... 

Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesinin ruhunun kaybolduğu çok açık. 5 yaşımdan beri o sahneye çok keyif alarak gider(d)im. Kaç oyun seyrettiğimi bilmiyorum. Şimdi her bilet alışımda hem kara kara düşünüyor hem de "neden?" diye soruyorum. Yurt dışından gelen toplulukları da o sahne de oynatmıyorlar mı işte ona çok kızıyorum. Herkese rezil olduğumuz kanaatindeyim. Yabancılar için Türkiye'nin tarihi dokusu çok önemli bir yer teşkil ediyor. Bence bunun için, seçilen sahne yanlış. Sırf koltuk kapasitesi fazla diye bu yapılmamalı. Her şeyden önce bize, biz seyircilere ihanet edilmemeli...

Anıları unutmamak lazım. Herkesin, gittiği sahnelerde çeşitli anıları mutlaka vardır. Şinasi Sahnesi beni pek sevmiyor. "Gelme bana! Yine yağmuru kafana boca edeceğim" diyor ama ben dinlemiyorum. Her gittiğimde bir başka anı ile ayrılıyorum. Akün ve Şinasi için yapılan satış ihalesi, sadece binayı ve tiyatroyu değil, anıların da satılması demek. Kişi, anısını satabilir mi? Anısı olmasa bile, başkalarının anılarına saygı göstermez mi?

Nisan ayında anneannem'i Küçük Sahne'ye götürdüm. Parkeleri görünce çok şaşırdı. "Ne güzel hiç değiştirmemişler, ben mermer bekliyordum." dedi. Dedem ile geldiği günleri, yaşadığı olayları anlattı. Elif'i (arkadaşım) Ses Tiyatrosu'na götürdüm, 10 dakika ağzı açık bir halde salonu seyre daldı. Demek ruhlar birleşti... İnşallah ben de anılarımı uzun yıllar sonra anlatacağımda, o anıyı yaşadığım sahneler hala "açık" olur ve "nefes alır."   

AKM'nin, Karaca Tiyatro'nun, Hadi Çaman Tiyatrosu'nun, Taksim Sahnesi'nin, Aziz Nesin Sahnesi'nin bir gün tekrar açılacağını umuyor ve diliyorum. İrfan Şahinbaş Sahnesi'nin bu badireyi atlatacağı inancındayım. Yeri gelmişken söyleyeyim, benim için İ. Şahinbaş, "samimiyet" demek. Özellikle fuayedeki pufların birleşimi, farklı kişilikleri bir potada eritmek gibi... 

Kağıthane Sadabad Sahnesi'nin, nikah dairesi ile birarada oluşunu sevmiyorum. Bence tiyatro bir "resmiyet" yeri değil. Çalgı çengi yeri hiç değil. Tiyatro şanını, araba konvoyu ile değil, gişe önündeki bilet kuyruğu ile gösterir. Fatih Reşat Nuri ve Kadıköy Haldun Taner sahnelerinin ciddi bir bakımdan geçmeleri gerekiyor. Bakımsızlığa ve çürümüşlüğe "tarih" diyemem. Geçenlerde K. H. Taner Sahnesi'nin önünden geçtim, "dışı" boyanmıştı. Önemli olan "arka bahçe" hatırlatırım...

Yeni sahneler ise (Küçükçekmece K.M., Sefaköy K.M, CKM, Zeytinburnu K.M, Çayyolu Cüneyt Gökçer vb.) bugünün "modern" anlayışına uygun. Fakat eskiden/geçmişten ilham alarak yeniye/geleceğe yöneldikleri söylenemez. Dokuları yok ve yıllar sonra bile aynı "kasıntı"lılıklarını koruyacak olan sahneler. Çoğu sivri yapılı. Görünüşleri sert ve korkutucu. Mimarlar, tiyatronun, gerçekleri insan yüzüne bir "tokat" gibi çarpmasından bu anlamı çıkarmamalı. Her yeni açılan sahne, benzerlik taşımamakla birlikte, çevresine uyumlu olmalı ve aslını inkar etmemeli...   

Tiyatroların kapatılmadığı, ihale ile satılmadığı, yıkılmadığı, "restorasyon" adı altında çürütülmediği ve Türkiye'ye yakışır yeni sahnelerin açıldığı günleri görmek dileğiyle... YAŞASIN TİYATRO! 

Not: Oturduğum yerin karşısına, Şişli Belediyesi tarafından yaptırılan bir kültür merkezi açılacak. Herhalde Ekim gibi faaliyete başlar. Dış görünümü rezil. Sahneyi açılınca göreceğim. O sahne bana bir şey söyleyecek mi bilmiyorum? Hayırlısı... 

DİĞER BLOGUM: http://egekucukkiper.blogspot.com


EGE KÜÇÜKKİPER


AKÜN SAHNESİ / ANKARA 
CÜNEYT GÖKÇER SAHNESİ / ANKARA
KADIKÖY HALDUN TANER SAHNESİ
FATİH REŞAT NURİ SAHNESİ
ÜSKÜDAR TEKEL SAHNESİ