20 Aralık 2015 Pazar

3 Çınar 100 Yaşında - 2015 Genel Görünümü


10 gün sonra ardımızda bırakacağımız 2015, 3 çınarın (Melih Cevdet Anday, Haldun Taner, Aziz Nesin) doğumlarının 100. yılı idi. Bu 100 yıla selam ve saygı adına yapılanları sıralamak, bu sıralamayı yaparken de ülkemizin, değerli yazarlarına ne kadar sahip çıktığını göstermek istedim.

Doğum tarihlerine göre gidelim...

1) Melih Cevdet Anday (13 Mart 1915)

Ankara Devlet Tiyatrosu : Müfettişler (İzledim)
Bakırköy Belediye Tiyatroları : Müfettişler (Okuma Tiyatrosu 1 kez oynandı - İnternetten izledim)
*Bakırköy Belediye Tiyatroları : Yarın Başka Koruda (İzleyeceğim)
*2015'e yetişemedi, yeni yılın ilk günlerinde seyirci ile buluşacak

Melih Cevdet Anday ile ilgili yapılanlar ne yazık ki bunlardan ibaret. İnternette dolanırken, Melih Cevdet Anday hakkında konuşulan bir programa denk geldim. Linkini aşağıda paylaştım. Ayrıca İz Tv de Melih Cevdet Anday'ı anmak için bir belgesel hazırladı. (İzledim)

Bu yıl, üç yazardan en önemsenmeyeni Melih Cevdet Anday oldu. Kendi sesinden dinleyebileceğiniz şiirlerinin linkini vermek benim için bir borç. Türk Tiyatrosunun gücü buna mı yetiyor? Yazık...

Müfettişler: 
http://egekucukkiper.blogspot.com.tr/2015/11/melih-cevdet-anday-100-yasnda-1.html 

BBT Müfettişler: 
https://www.youtube.com/watch?v=ISxo54ojEkw&feature=share

Program linki: 
https://www.youtube.com/watch?v=d7pj2OqGnbo&feature=share

Şiirleri (Kendi sesinden)

Anı: 
https://www.youtube.com/watch?v=6aYOxyhRvag
Telgrafhane: 
https://www.youtube.com/watch?v=L9C5UXELBTE
Medeniyet: 
https://www.youtube.com/watch?v=6cGRpxb6mR4
Olsun da Gör: 
https://www.youtube.com/watch?v=7X10zhClkGo
Çürük: 
https://www.youtube.com/watch?v=s0kLqVxKL-0

2) Haldun Taner (16 Mart 1915)

Ankara Devlet Tiyatrosu : Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım
İstanbul Devlet Tiyatrosu : Sersem Kocanın Kurnaz Karısı (İzledim)
Tiyatro 2000 : Dün Bugün (İzledim)
Nilüfer Belediyesi Tiyatro : Eşeğin Gölgesi
Bakırköy Belediye Tiyatroları : Eşeğin Gölgesi (Okuma Tiyatrosu 1 kez oynandı - İnternetten izledim)

İKSV : Haldun Taner 100 Yaşında Panel (Gittim)
İÜ TED : Haldun Taner Sempozyumu (2 Gün - Gittim)
TÜYAP : Haldun Taner 100 Yaşında Panel (Gittim)
İŞ SANAT : Öyküler ile Haldun Taner (Öykü Okuması)
Kadıköy Belediyesi : Haldun Taner 100 Yaşında Buluşması
Haldun Taner Belgeseli (İzledim)
YKY : Haldun Taner'in bütün yapıtlarının yeniden basımı 

Yukarıdan anlaşılacağı gibi 2015'in bir numaralı yazarı Haldun Taner oldu. Ben de bir sürü yazı ile tarihe not düştüm. Fakat dönüp dolaşıp meşhur oyunları sahnelendiği için yapılan işlerden çok da memnun değilim. Ekstra yorum yazmak istemiyorum çünkü düşüncelerim yazılarımda mevcut.

Sempozyum yazıları 

http://egekucukkipergunluk.blogspot.com.tr/2015/11/2-uluslararas-disiplinleraras-tiyatro.html

http://egekucukkipergunluk.blogspot.com.tr/2015/11/2-uluslararas-disiplinleraras-tiyatro_29.html

Dün Bugün: 
http://egekucukkiper.blogspot.com.tr/2015/12/haldun-taner-100-yasnda-2-dun-bugun.html

İDT Sersem Kocanın K.K: 
http://egekucukkiper.blogspot.com.tr/2015/10/haldun-taner-100-yasnda-1-sersem-kocann.html

Kadıköy Belediyesi: 
https://www.youtube.com/watch?v=bs2S_x5SrUE&feature=share

BTT Eşeğin Gölgesi:
https://www.youtube.com/watch?v=l4b7YEc-Pxk

3) Aziz Nesin (20 Aralık 1915)

İzmir Devlet Tiyatrosu : Çiçu
Tiyatro Ayna : Hadi Öldürsene Canikom
Ankara Sanat Tiyatrosu : Azizname
Tiyatro Kumpanyası : Azizim
Tiyatro Kedi : Başarımı Karılarıma Borçluyum
Talimhane Tiyatrosu : Aziz Nesin'den Kısalar
Bakırköy Belediye Tiyatroları : Fırçacılarla Düdükçülerin Savaşı (Okuma Tiyatrosu 1 kez oynandı - İnternetten izledim)

Kadıköy Belediyesi : Aziz Nesin Olunmalı (Etkinlik)
TÜYAP : Aziz Nesin Sergisi (Gittim)

Yıllarca sahnelenmiş Azizname(ler) ve değişmez oyun Çiçu'dan bıkanlar için kötü bir sene. Bu ülkede ne Haldun Taner'in ne Aziz Nesin'in ne de Melih Cevdet'in anlaşıldığını düşünüyorum. Neil Simon daha çok anlaşıldı!

BTT Fırçacılarla Düdükçülerin Savaşı
https://www.youtube.com/watch?v=SkSVW0QbMt8

Notlar;

İBBŞT (Erhan Yazıcıoğlu) Emre Koyuncuoğlu yönetimindeki 'Devekuşlu Kabare'yi bir anda repertuardan kaldırdı. Oyunu bekleyenler, beklemesinler. 

Devlet Tiyatroları '3 Çınar 100 Yaşında' başlığı altında bir video hazırladı.

Video: 
https://www.youtube.com/watch?v=BNW6HnYRu6g

Sahne Dergisi (Eylül - Ekim sayısı) 3 çınar hakkında bir inceleme yaptı. 

#MelihCevdetAnday100Yaşında
#HaldunTaner100Yaşında
#AzizNesin100Yaşında


EGE KÜÇÜKKİPER

*Fotoğraflar bana aittir.





























29 Kasım 2015 Pazar

2. Uluslararası Disiplinlerarası Tiyatro Buluşması : '100. Doğum Yılında HALDUN TANER Sempozyumu' (2. Gün)



Feci bir sabah trafiğinden sonra, saat 10.30'da Pera Müzesi konferans salonuna giriş yaptım. Bir önceki güne göre katılım çok düşüktü. Demet Taner bile yoktu. (İkinci oturuma geldi) İlk oturum 12.30'da bitecekti. Sırasıyla dört konuşmacı sahnedeki yerlerini aldı. Ümit Aydoğdu, sempozyumun ilk gününde de dinleyiciler arasında idi. Şimdi ise kürsüde incelemesini sunmak için bekliyordu. Ele aldığı konu 'Haldun Taner Tiyatrosundan Bertolt Brecht'e Bakmak' üzerine idi. Haldun Taner'in epik tiyatroyu uyguladığını ve bu uygulamayı yaparken asla tekrara düşmediğini, Brecht'in epik tiyatrosu ile Taner tiyatrosunun benzer ve farklı yönlerini, epik tiyatronun ne olduğunu, ulusal tiyatro oluşumuna olan katkısını ve tüm bunların ışığında epik sahneleyiş tarzının rejisörlük alanındaki yerini açıkladı. Kendisi bunları açıklarken, benim düşündüğüm ise şuydu: 'Çok güzel anlatıyorsunuz da bu anlattıklarınızı neden Arturo Ui'de uygulamadınız?' 


Ümit Aydoğdu'dan sonra Yeditepe Üniversitesi'nden Gülşen Sayın devam etti. Anlattığı, 'Haldun Taner Oyunlarında Ulusal İrlanda Tiyatrosu Geleneğinden Bazı Yansımalar'a dair bir inceleme idi. Gülşen Sayın, İrlanda Tiyatrosu ile Türk Tiyatrosu arasındaki benzer yönleri izah ederken, İrlandalı oyun yazarları Sean O'Casey, John Milington Synge ve Lady Gregory'in yapılarından örnekler vererek durumu pekiştirdi. Her iki ulusun, ulusal tiyatro anlayışını aktardı. Oyun karakterleri ve örgüsü bağlamında, Dışarıdakiler ile Ermişler Pınarını, Babayiğit ile Keşanlı Ali Destanı'nı, Dereye Vuran Gölge ile George Dandin'i ayrıntılı olarak karşılaştırdı. Ardından, ulusların tiyatro bazında doğuş, gelişim ve bugünkü halini değerlendirip, konuşmasına son verdi. Bu kadar benzer olduğumuzu bilmezdim... 

Sabancı Üniversitesi'nden Saadet Bilge coşkun, bana göre iki günün en iyi konuşmacısı idi. Kendini dinlettirmesini çok iyi bilen genç ve bilgili bir sosyolog. Yani sempozyumun 'disiplinlerarası' kısmından. Konusu ise 'Haldun Taner ve Bertolt Brecht'in Eserlerinde Sınıf Temsilleri'.  Konuşmacı, gestusu tanımlayarak, 'diyalektik' tiyatroya vurgu yaptı. Bu vurguyu yaparken söz konusu iki yazarın Kafkas Tebeşir Dairesi ve Eşeğin Gölgesi gibi oyunlarını örnek alarak ilerledi. Ayrımlar ve benzerlikler çok netti. 

Bu oturumun son konuşmacısı İstanbul Üniversitesi'nden Ozan Ömer Akgül idi. 'Haldun Taner ve Dario Fo'nun Halk Tiyatrosunu Kullanım Biçimleri' adlı çalışmasını okudu. Klakson, Borozanlar ve Bırtlar üzerinden ele alınan bu çalışmayı çok da başarılı bulduğumu söyleyemem. 

Saat 14.00'a kadar öğle arası verildi. Yemeğimi yedikten sonra İstiklal Caddesi'nde turladım. Atlas Pasajı'nda Devlet Tiyatrosu Küçük Sahne'ye girdiğimde Defne Yalnız'ın 'Nice Yıllara' adlı oyununun afişini gördüm. Oyunu geçtiğimiz yıl izleyip, yazmıştım. İlan dikkatimi çektiği için fotoğrafını çektim. Sizlerle de paylaşmak istedim. Sonra bir kitapçıya girerek, tiyatro oyunlarının olduğu bölüme gittim. Az sonra yanıma Türk bir çift geldi ve erkek: 'Fucking theatre books' dedi. Kız ise, adeta sevgilisini onaylar vaziyette 'ben de' şeklinde karşılık verdi. İşte kültür erozyonu... 


14.00'da tekrar salona dönüş yaptığımda, sıradaki oturumun sunum dili İngilizce olduğu için hazırlanan çeviri cihazları ve kulaklıklardan bir tane aldım. Burcu Yasemin Şeyben moderatörlüğünde başlayan oturum, Wolfgang Jansen'ın sunumuyla devam etti. Kendisi sunumu ayağa kalkıp, kürsü başına geçerek yaptı. Şimdiye kadar konuşan bütün akademisyenler, sunumlarını oturarak yapmışlardı. Birden şaşırdım. Konuşmacının konusu 'Cabaret with a Big K: German anf Vienna Political  Cabarets in the 1950s' Yani 'Büyük K ile Kabare Tiyatrosu: 1950'lerde Almanya ve Viyana'da Politik Kabareler' başlıklı idi. Sunum çok uzun sürmedi. Kabarenin aslında 'C'abaret olarak değil 'K'abaret olarak yazıldığından, 1900'lerin başından günümüze kadar kabarenin 3 döneme ayrıldığından, önceleri sadece eğlence aracı olarak görüldüğünden daha sonra ise politik bir işlev taşıdığından bahsetti.  

Ardından ikinci konuşmacı Marcello Gallucci kürsüyü devraldı. 'Arkadaşlarım bilirler, ben oturarak anlatamam' dedi ve sahneden inip, dinleyici ile bütünleşti. Yüzlere bakarak ve onları tanıyarak tane tane konuştu. Anlattığı 'Between Two Traditions A Case Study: Mimmo Cutcchio' yani 'İki Gelenek Arasında: Mimmo Cuticcio Üzerine Bir Etüt Çalışması' üzerine bir incelemeydi. Homeros'un 'İlyada ve Odysseia' adlı eserini İtalya'da oynayan adı geçen aktörün, oyun anını gösteren bir - iki video izletti. Teknik çok kötü olduğu için pek yararlı olmadı.


Saat 15.30 olmuştu ve yarım saat kahve arası vardı. Hava almak için dışarı çıktım. Kestanecileri görünce canım çekti, dayanamadım. Son etaba girmek için koltuğuma geri döndüğümde, Abdullah Uçman, Nursel Duruel, Behçet Çelik ve Murat Yalçın masada idiler. Handan İnci ise moderatördü. Dördünün de konusu 'Öyküleriyle Haldun Taner' ile ilintili idi. 

Handan İnci ısrarla Haldun Taner'in öyküyü daha çok sevdiğini söyledi. Abdullah Uçman, Haldun Taner'den dersler aldığını ve yaşadıklarından bir günlük tuttuğunu söyleyerek, günlüklerinden bazı bölümleri okudu. Ben, bu okunan bölümlerin, Haldun Bey'in öykücülük yönüne olan anlatımını anlayamadım. Nursel Duruel, Haldun Taner öykü adlarının hemen hemen hepsinin net, sadece iki tanesinin ise ucunun çok açık olduğunu (Gülerek Ölmek ve Sonsuza Kalmak) belirtti. İncelemek için seçtiği hikaye 'İstediği Şarkıyı Dinleyebilmek' idi. Öyküyü okudu ve açıklayarak devam etti. Öyküde geçen radyonun çeşitli anlamlarına değinerek, Haldun Bey'in de radyoyu çok sevdiğine kanaat getirdi. Sesi son derece kısık olduğu için duymakta güçlük çektim. Karşımdaki ne kadar canlı ise ben de o kadar canlıyım... 

Behçet Çelik, hemen hemen Tüyap fuarındaki konuşmanın aynısını yaptı. Haldun Taner öykülerini, Memduh Şevket Esendal öyküleriyle bağdaştırdı ve bence ortaya lezzeti olmayan bir yemek çıkardı. Bir temel göremedim. Murat Yalçın YKY'nın editörüymüş. Bu yılın başından beri Haldun Taner eserlerini artık YKY basıyormuş. Keşanlı Ali'nin 10.000 adetlik ilk baskısı tükenmiş. İkinci baskıya girmişler. 1 yılda toplam 10 kitap basmışlar. Murat Yalçın, teker teker öykülerinin adlarını ve bunların Haldun Taner'in hayatı ile olan bağını açıkladı. 1 senedir Haldun Taner ile yatıp kalktığını söyledi. Karşımda Haldun Taner'i yalayıp, yutan bir Murat Yalçın bulamadım...


Saat 17.00 olmuştu ve son kahve molası 17.30'a kadar sürecekti. Artık konuşma yok, izleme vardı. Haldun Taner için yapılan belgesel gösterimi yaklaşık 1 saat sürdü. Halit Ergenç, Haldun Taner rolünde idi. Tilbe Saran anlatıcıydı. Metin Akpınar hikaye okudu, Engin Alkan, Haldun Taner'in bir öyküsündeki 'ayı' tiplemesinde idi. (Çok başarılıydı) Zeliha Berksoy şarkı söyledi. Tüm oyuncuların isimleri görselde mevcut olduğu için daha fazla yazmıyorum. Belgesel sadece Haldun Taner'in hayatını değil, 1915'ten itibaren gerçekleşen tarihsel olayları da kapsıyor. Bu yönüyle bir miras...


Pera Müzesi Cuma günleri saat 18.00 - 22.00 arası ücretsiz. Sempozyum biter bitmez üst kata çıktım ve toplam 5 kattan oluşan müzeyi gezdim. Sonra yine müthiş bir baş ağrısıyla eve döndüm. Günü genel olarak özetlemek gerekirse, iyi başlayıp, kötüye gittiğini rahatlıkla ifade edebilirim. Yabancı konuşmacıların bizimkilerden çok farklı olduğunun altını çizmeden de edemem. Bir kez bile (ııııııııııı) ladıklarını işitmedim. Beden dilleri ve vurgulamaları oldukça iyi. Ne yapmak istediklerinin farkındalar. Algı yönetimi ellerinde. Umarım feyz alınır. Bu haliyle her iki gün toplam 19 saatlik bir sempozyuma kimse dayanamaz. Ben dersimi aldım...

ORGANİZATÖRLER ve KATKI SUNANLAR

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tiyatro Eleştirmenliği ve Dramaturji Bölümü
İKSV
Pera Müzesi
İstanbul Üniversitesi Haldun Taner Tiyatro Uygulama ve Araştırma Merkezi
Mimar Sinan Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü

Önemli Not

Haldun Taner'in eserinden, kendisinden önce ve kendisine de ilham vererek, ilk uyarlamayı yapan (sanıyorum Ayışığında Çalışkur / Şamata) Melih Anık'ın sempozyuma davet edilmemesine çok içerledim. 

Soru: O tiyatro müdavimi iki gün boyunca neredeydi? Lafa gelince mangalda kül bırakmıyor! 






























Ege KÜÇÜKKİPER


2. Uluslararası Disiplinlerarası Tiyatro Buluşması : '100. Doğum Yılında HALDUN TANER Sempozyumu' (1. Gün)



Hepinizin bildiği gibi bu yıl Haldun Taner'in 100. Doğum yılı... Biraz sonra bahsedeceğim sempozyumun haricinde Haldun Taner için yapılan diğer iki etkinlikten söz etmek istiyorum. Bunlardan biri İKSV tarafından düzenlenen panel, bir diğeri ise Tüyap fuarında gerçekleştirilen söyleşi. Her ikisine de katıldım. İlk etkinlikteki konuşmacılardan Handan İnci, bu sempozyumda da konuşmacılar arasında idi. İkinci etkinliğe katılan Ayşegül Yüksel de öyle. Tüyap fuarında, söyleşi başlamadan evvel Ayşegül Yüksel'den 'Dram Sanatında Sınırları Zorlamak' adlı kitabını benim için imzalamasını rica ettim. Kendisi kitabı imzalarken, yazdığı kitabın iyi olduğundan ama satışının kötü gittiğinden dem vurdu. Bence de piyasanın iyi kitaplarından biri. Tiyatro ile uğraşan herkese öneririm...


İKSV'nin düzenlediği ilk etkinlikte de yer alan Kerem Karaboğa, sempozyumun düzenleyicileri arasında idi. 26 Kasım Perşembe günü saat 10.00'da Pera Müzesi konferans salonuna girdiğimde, kendisi kürsü başında açılış konuşmasını yapıyordu. Saat 10.00 - 11.00 arası 5 kişinin yapacağı 'açılış' (5 kez açılacak) konuşmalarına ayrılmıştı. Pera Müzesi'ne doğru giderken açılış konuşmaları için koca 1 saate ne lüzum var? diye düşünüp, hayıflanırken, Kerem Karaboğa'nın 'iki eksiğiz' (Mahmut Ak ve Mustafa Özkan) cümlesiyle rahatladım. Sempozyum için 3 açılış kâfi idi. Kerem Karaboğa'dan sonra konuşan Dikmen Gürün ve Leman Yılmaz çabuk toparladılar ve bu sayede saat 11.00 - 11.45 arası konuşacak olan Ayşegül Yüksel'in daha çok şey anlatabilmesine imkan tanıdılar. 



Ayşegül Yüksel 'ana konuşmacı' olarak yerini aldığında, Haldun Taner'in 'tiyatro adamı' oluşundaki özellikleri, onun sadece bir yazar olmadığını, aynı zamanda yapımcı, dramaturg ve iyi bir izleyici olduğunu da vurguladı. Haldun Taner'in, kendi oyunlarını defalarca izlediğini ve seyircinin tepkisine göre metin üzerinde değişiklikler yaptığını, nihayetinde oyunun sezon içerisindeki yeri tamamlandıktan, yani arşive karıştıktan sonra, metninin basılı olarak bulunabileceğini aktardı. Ferhan Şensoy'un oyunları için de aynı şeyleri söyledi. Ardından Haldun Taner ile ilgili birkaç anısını anlattı. Karşıt kavramlardan yola çıkarak Haldun Taner Tiyatrosu'ndan (bu adla basılmış bir kitabı da piyasa da mevcut) bahsetti. Haldun Bey'in Aristophanes - Bernard Shaw ve Bertolt Brecht çizgisine değindi. Haldun Taner oyunlarının geçmişte sahneleniş şekilleriyle, bugünün sahneleniş biçimleri arasındaki farklardan söz ederken, günümüz rejisörlerine de kızmadan edemedi. Televizyonda yapılan 'güldür' şovlar da bu paylamadan nasibini aldı. Haldun Taner oyunlarının farklı katmanlardan meydana geldiğini ve her çeşit izleyiciye hitap ettiğini, sorgulayıcı ve güldürürken düşündüren bir yapıya sahip olduğunu, orta oyunu ile olan ilişkisini, çoğu kez bir 'dönem panaroması' yaratıldığını, oyunlarından örnekler ile açıklayarak, konuşmasını bitirdi. Tüm konuşma tam bir sohbet havasında, nükteli ve eğlenceli geçti. Bir buçuk saatlik bu konuşma benim için sempozyumun en iyi ve en dinlenebilir konuşması idi. 



Saat 11.45 - 13.00 arası öğle arasıydı. Yemek yemek üzere salondan ayrıldım. Geri döndüğümde Essen Üniversitesi'nden Zehra İpşiroğlu, Boğaziçi Üniversitesi'nden Esra Dicle Başbuğ ve İstanbul Üniversitesi'nden Elif Candan kürsüde yerlerini almışlardı. Sözü ilk olarak Esra Dicle Başbuğ aldı. Konuşması 'Haldun Taner'in Tiyatro Oyunlarında Söylemin Kuruluşunun Anlatıbilimsel Açıdan İncelenmesi' üzerine idi. Bunun için öncelikle Haldun Taner oyunlarındaki 'önsöz'lerden örnekler verdi. Aslında Haldun Bey'in daha en baştan ne istediğini, oyunlarını hangi amaçla kaleme aldığının ipuçlarını önsözlerde bulabileceğimizi izah etti. Daha sonra perde başlarına değinerek ayrıntılı dekor ve kostüm tasvirlerini inceledi. Oyunlarındaki sahne talimatlarından yola çıkarak Haldun Taner'in öykücülük yönü ile bir paralellik kurdu. Oyunlarının 'ana ve yan metin' olarak kurgulandığını söyleyerek, konuşmasını sonlandırdı. Kendisine verilen süre 20 dakikaydı. Tam vaktinde bitirebilmek için normalin üzerinde bir hızla 'okuduğu' incelemesini keyif alarak dinleyemedim ama sempozyum boyunca konuşanlar arasında iyi bir yerde olduğunu söyleyebilirim.

Sıra Elif Candan'daydı. Ele aldığı konu 'Haldun Taner Oyunlarında Toplumsal Cinsiyet' idi. Anlatımını Haldun Taner'in 'Fazilet Eczanesi' adlı oyunu ile sınırlandırdı. Oyun için konuşmaya başlamadan evvel, genel anlamda toplumsal cinsiyet üzerinde durdu. Daha sonra oyundan bazı pasajlar vererek, kadın - erkek ilişkilerine, ataerkil toplum yapısına, oyundaki dönüşümlere ve gelişimlere yer vererek incelemesini tamamladı. Süresi yine 20 dakika idi. Bir insan ne kadar hızlı konuşabilir? sorusunun yanıtını en iyi veren kişiydi. Bilhassa okuduğu pasajlar sadece karakter adlarının birbirine karışmasına yol açtı. Beni, vurgu ve tonlamaları (tekdüzeliği) ile elinden geldiğince kendinden uzaklaştırdı. Bence bu durumun iki sorumlusu var. Biri Zehra İpşiroğlu diğeri ise kendisi. Normalde verilen süre 90 dakika idi. Yani her konuşmacıya 20 değil 30 dakika düşüyordu. Zehra İpşiroğlu, 'milleti sıkmayalım' düşüncesiyle her konuşmacının süresini 20 dakikaya indirdi. Şimdi soruyorum: Böyle daha mı iyi oldu? Özü kavrayabilmek önemli. Anlatmış olmak için anlatmak bir çözüm değil. Kaçış...

Ve Zehra İpşiroğlu... 'Mizahla Direnme: Hadun Taner' başlıklı incelemesini, Haldun Taner'in 'Konçinalar' adlı öyküsünden yola çıkarak, bu yolu Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım adlı oyununa uyarlayıp, hem öyküleri hem de oyunlarındaki mizahi yönü açığa çıkardı. Açığa çıkarırken güncel olaylardan yardım alarak konuşmasına espri kattı. Bülent Arınç'ın kadınların gülmesi yasak sözünden otoriter bakışı tartıştı. Tıpkı Ayşegül Yüksel gibi düşünce ile güldürünün aynı potada eritilmesinden söz ederek, dün ile bugün arasındaki farkları sıraladı. Haldun Taner yapıtlarının (maalesef) hala taze ve bugün yazılmış gibi olduğunu belirterek, Haldun Bey'in tüm eserleri için nasıl 'yeni okuma olanakları' olabilir? sorusuna cevap aradı. Tecrübesinden kaynaklandığını düşünerek, anlatımının son derece iyi ve keyifli geçtiğini şahsım adına söyleyebilirim. Oturum bitiminde 'Haldun Taner eserlerindeki Pygmalion koşutluğu'na etki eden bir seyirci sorusu geldi. Soru cevaplandı ve oturum sona erdi.



Saat 14.30 olmuştu ve 20 dakikalık bir kahve molası vardı. 14.50'de başlayan oturumun konuşmacıları Düzce Üniversitesi'nden Naciye Aksoy ve İstanbul Üniversitesi'nden Duygu Çelik idi. Moderatör görevini ise İstanbul Üniversitesi'nden Yavuz Pekman üstlenmişti. Naciye Aksoy başı çekti ve 'Değişenin Ardında Değişmeyen: Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım ve Eşeğin Gölgesi Adlı Oyunlarda Toplumsal - Politik Yerginin Oyun Kişileri Düzleminde İncelenmesi' adlı çalışmasını seyirciye dahi lütfedip bakarak sundu. Bakmayın ele alınan konu adının bu kadar uzun olduğuna. Akademik bir inceleme değildi. Yukarıda adını yazdığım iki oyunun 'özeti' okundu ve hepimizin bulabileceği, yergi taşıyan pasajlar, karakterler de dahil edilerek açıklandı. Genel tema Vicdanilerin giderek azaldığı, Efruzların ise çoğaldı yönünde idi. Buna başka bir boyut daha katılarak, Vicdanilerin, oyundaki gibi 'gerçek aptal' değil, sadece 'aptalı oynayan çıkar düşkünleri' oldukları saptandı. Benim için bilinen tekrarlandı...

Ardından sözü alan Duygu Çelik ise benim yabancısı olduğum '147'ler ve Haldun Taner'in Timsah'ı' adlı incelemesini görsel olarak (slayt) sundu. Buraya kadar anlatılanların hepsini biliyordum. Yeni ve farklı bir şey duymamıştım. Lakin bu konu çok ilgimi çekti ve heyecanlandım. Duygu Çelik kronolojik bir sıra izleyerek 1930'lu yıllardan itibaren gazetelerde boy göstermiş haberleri okudu. Haberler: YÖK, YÖK'ün öğretim üyelerini çıkarma yasası, üniversite reformu kanunu gibi Türkiye'nin hukuksal ve eğitimsel tarihi ile ilintili idi. Duygu Çelik, o dönem görevinden çıkarılan 147 kişiyi odak noktasına alarak Dostoyevski'nin Timsah'ı ile Haldun Taner'in Timsah'ını, olay örgüsü, karakter ve tematik bazda karşılaştırdı. Oturum sonunda gelen soru 147'ler ile Timsah'ın birbirine nasıl bağlandığını içeriyordu. Dinleyicilerin çoğu aradaki bağı kuramamıştı. Ben de öyle... 



15.50'de biten oturum için 20 dakika kahve molası verildi. 16.10'da salona geldiğimde kalabalık bir masa beni bekliyordu. Nilgün Firindinoğlu moderatörlüğünde oluşan masada, Ankara Üniversitesi'nden Bülent Ayyıldız ve Ece Yassıtepe Ayyıldız, Anadolu Üniversitesi'nden ise Erol İpekli vardı. Söze Erol İpekli başladı. 'Öyküden Sahneye: Haldun Taner'in 'Neden Sonra' Adlı Öyküsünün Sahnelenme Deneyimi' adlı incelemesini anlatırken, birkaç farklı role bürünerek öyküyü baştan sona okudu ve dinleyicileri, alanına çekmeyi başardı. Öykü bittikten sonra, alt temalara değindi. Çehov hikayeleri ile olan ilişkiden bahsetti. Lakin bana göre sahnelenme deneyimi konusu çok eksik kaldı. Ağırlıklı olarak bunun üzerinde durulması daha iyi olurdu. Öyküyü okuyup anlamlandırmak, biraz da okuyanın içindedir. Yani ona bağlıdır. Yapılmamışı yapmak için bir öneri sunmak ise katkıların en büyüğü...

Daha sonra Ece Yassıtepe Ayyıldız 'Keşanlı Ali Destanı'nın Fransızca Çevirisi Üzerine Bir İnceleme' adlı tezini görsel olarak anlattı. Tezi dört bölüme ayrılıyordu. Birinci bölüm kişiler, ikinci bölüm kültürel farklılıklar, üçüncü bölüm dinsel, dördüncü bölüm ise argo tabirlerin karşılaştırılması üzerine idi. Fransızca'ya çeviren kişinin bazı yerlerde çok zorlandığından, bazı yerlerde de kelimenin karşılığını bulamadığından dert yanıldı ve bu yollu, Türk eserlerinin, yabancılar için de aynı etkiyi verip veremeyeceği tartışıldı... 

Bülent Ayyıldız ise daha konuşmasına başlamadan, anlatacaklarının 'sıkıcı' olabileceğini belirterek, 'Sancho'nun Sabah Yürüyüşü ve Argo E II Suo Padrone Arasında Bir Karşılaştırma Çalışması: İnsan ve Toplum Eleştirisi Üzerine Bir Deneme' başlıklı incelemesini okudu. Bana göre yaptığı sadece iki öyküyü özetlemekten ibaretti. İtalya ile olan kültürel bağ es geçilmişti. Evet, çok sıkıcıydı... 



Saat 17.40 olmuştu ve son kısım başlamadan önce verilen son kahve arası vakti gelmişti. 18.00'da Metin Akpınar ve Zeliha Berksoy'un konuk olduğu, Demet Taner moderatörlüğündeki panel başladı. Herkesin yüzü gülüyordu. Her iki sanatçı da biraz kendilerinden, geçmişlerinden ve bugünün tiyatrosundan bahsetti. Kabare tiyatrosunu anlattılar ve tiyatro uğrunda karşılaştıkları zorlukları dile getirdiler. Haldun Bey ile olan anılar da elbette anlatıldı. 'Gergedanlaşma' metaforu sohbetin geneline yayılan bir nasihat çanı idi. Metin Akpınar'ın Okan ve Haliç Üniversitesi'nden gelmiş öğrencileri salonun dolmasını sağladı. Öğrencilerden biri oyun metinlerine 'senaryo' diyerek nokta atışı yaptı. Zeliha Berksoy, 'Dün Bugün' kabaresinin reklamını yaptı ve öğrencilerini daima projelerinde çalıştırdığını söyledi. Daha sonra öğrencilerinden bir tanesinin oyuna 1 saat kala iki parça büyük dekoru kaybettiğini ve kaybolan parçaların yerine, orada duran itfaiyecilere ait oturma bölümlerini kullandıklarını, böylece eski öğrencileri ile yeni öğrencileri arasındaki sorumluluk bilincini ortaya koydu. İkisi de bugünün dizileri ve oyunlarından şikayetçi idi. Panel başlamadan evvel üçlünün konuşmalarına kulak misafiri oldum. Metin Akpınar 'bu çocuklar okullardan mezun oluyorlar ama çok boşlar, bunların bir şey öğrenerek çıkması lazım' serzenişine hak verdim. Sonra yine akademisyen hocalarını düşündüm. Yine üzüldüm... Panel bitiminde birkaç soru soruldu ve saat 19.30'a kadar süren bu yorucu ve uzun gün bitti. Ben de... 



Günün geneli için bir özet geçmem gerekirse, umduğumu bulamadığımı net bir şekilde ifade etmeliyim. Akademisyenleri dinledikçe ve onların araştırmalarını gördükçe içten içe üzüldüm. Bir derinlik göremedim. İstekle bu sempozyuma katıldıkları bilincini hissedemedim. (Ayşegül Yüksel, Zehra İpşiroğlu, Metin Akpınar ve Zeliha Berksoy'u tenzih ederim) Benim hocam olsalar ne ölçüde yararlanabilirdim? sorusunu da sormadan edemedim. Beğendiğim nokta ise Haldun Taner'in artık ezbere bilinen oyunlarının haricinde, ya bir kere sahnelenmiş ya da hiç sahnelenmemiş oyunlarının (Fazilet Eczanesi ve Eşeğin Gölgesi gibi) üzerinde fazla durulması, ilgi ve alakanın bu yönde seğirtmesi. Günün ardından bana kalan şey ise müthiş bir baş ağrısı...



...devam edecek...


Ege KÜÇÜKKİPER


20 Kasım 2015 Cuma

6 Anket 6 Soru

Birkaç hafta önce twitter'ın yeni uygulaması olan 'anket'i 6 kez kullandım. Yaptığım her anket tiyatro ile ilgili idi. Ben şunları sordum, katılımcılar şunları söyledi; 

Yerli oyun mu? Yabancı oyun mu?

% 62 YABANCI
% 38 YERLİ

Soru: Seyirci talep ettiği için mi ödenekli kurumlarda yabancı oyun daha fazla, yoksa ödenekli kurumlar dayattıkları için mi, seyircinin talebi bu yönde?

Çağdaş metinler mi? Klasik metinler mi?

% 71 ÇAĞDAŞ
% 29 KLASİK

Soru: Klasik oyunlar iyi sahnelenmediği için mi seyircinin talebi çağdaştan yana yoksa seyirci yeniliğin mi peşinde?

Komedi oyunları mı? Dram oyunları mı?

% 57 KOMEDİ
% 43 DRAM

Soru: Seyircinin talebi, tiyatroyu bir eğlence aracı olarak gördüğü için mi komediden taraf, yoksa hayattaki dramdan bıktığı için mi?

Alternatif Tiyatroları tercih ediyor musunuz? 

% 61 EVET
% 39 HAYIR 

Soru: Alternatif tiyatrolar tercih edildiği için mi kan ağlıyor yoksa tercih etmeyen kesim ödenekli kurumlara gittiği için mi o kurumların doluluk oranları %100? 

Bir oyuna giderken hangisi daha çok ilginizi çeker?

% 52 METİN
% 48 REJİSÖR

Soru: Rejiden bu kadar iyi anlayan seyirci mi her oyunu hunharca alkışlayarak beğenisini ifade ediyor yoksa metni okuyup oyunu öyle izledikleri için mi oran daha yüksek?   

Hangisine daha çok gidiyorsunuz?

% 60 DEVLET TİYATROLARI
% 40 ŞEHİR TİYATROLARI

Soru: Sorum yok! Kendine soru soracak olan yukarıdaki orandan belli. Ben eleştirilerimle cevap vermeye çalışıyorum...


Ege KÜÇÜKKİPER

22 Ekim 2015 Perşembe

Yeni Metin Yeni Tiyatro Üzerine Düşünceler


Son zamanlarda 'Yeni Metin - Yeni Tiyatro' diye bir kavram oluştu. Şöyle bir bakıyorum da bu kavramı çoğunlukla alternatif tiyatrolar kullanıyor. Ödenekli kurumlardan ses yok. Demek ki onlar eskisinden memnun. İşte benim çelişkiye düştüğüm kısım tam da burada başlıyor. Kafamda bir yığın soru. Bunları not etmek istiyorum...  

Yeni bir metin ve tiyatrodan bahsediliyor ise eskisi ne idi? 
Akabinde yenisi ne oldu?
Bugünün tiyatrosu eskidi mi?
Öyleyse, ödenekli kurumlarda eski metinlerle karşılaşılıp, eski tiyatro mu izleniliyor?
Bu kavramı ortaya atanların yaptığı tiyatro yeni mi?
Yeni ise neye, hangi amaca ve kimlere hitap ediyor?
Bu tanımı oluşturanlar, eski tiyatroda ne gibi bir deformasyon gördü?
Onlara göre yeni kavramı ne anlam ifade ediyor?
Yeni metin, genç yazarların ya da yazar adaylarının yazdıklarını mı kapsıyor?
Bu tanımlamanın içerisine dahil edilenler, ödenekli kurumlarda oynanmayan oyunlar mı?
Yeni metinler daha mı cesur?
Saf dışı bırakılan metinler gerçekten eski(di) mi?
Yeni tiyatro ile anlatılmak istenen, tiyatronun yeni bir biçime kavuşması mı?
O halde bu biçim ne ve neye dayanıyor?
Yeni bir metin ve tiyatro mevcut ise, ödenekli kurumlar neden eskide ısrarcı?
Yeni metin ve tiyatronun, bütünsel olarak Türk Tiyatrosuna getirisi nedir?
Yeni metin ve tiyatro, seyirci üzerinde nasıl bir değişimi hedefleyip, neyi vaad ediyor?
Niçin yeni metne ve tiyatroya ihtiyaç duyuldu?

İnternette gezinirken şöyle bir açıklama ile karşılaştım:

Galata Perform bünyesinde oluşturulan Yeni Metin Yeni Tiyatro Yönetmenlik Atölyesi, Oyun Yazarlığı ve Oyunculuk Atölyeleriyle paralel giden ve birbirinden yararlanan dolu ve kapsamlı bir program sunuyor. Yönetmen adayları, sene içerisinde yazarlar ve oyuncularla çalışma imkanının yanı sıra sene sonundaki 'Yeni Metin Yeni Tiyatro Festivali'nde, oyun okuması yönetme olanağına sahip oluyor. 

Yukarıdaki açıklama benim aklıma "yaz - yönet - oyna" mantığını getirdi. Bu ne kadar sağlıklı? Tartışılır. Bir aday bence tek branş üzerine yoğunlaşmalı. Program sonunda 'oyun okuması yönetmenliği' olanağı veriliyorsa, yönetim kısmı daha ağırlıkta demektir. (Umarım yazdıkları metinleri okumuyorlardır) Bir de adayların çalışma fırsatı bulacakları yönetmen ve yazarlar kısmı var. Yeni metin yeni tiyatro henüz yavaş yavaş yerini buluyor ise, gelecek olan meşhur yönetmen ve yazarlar eskinin bir parçası olacak. Bir nevi eski, yeniyi besleyecek. Bir başka deyişle, yeni, eskiye muhtaç. Bunu yapan bir alternatif tiyatro. Buradan hareketle ve bu konuyla bağlantısıyla bir başka noktaya değinmek istiyorum... 

Alternatif tiyatroları incelediğimde gördüğüm manzara, genelde kendi yazdıkları metinleri oynamaları ve kendileri yönetmeleri şeklinde. Alternatif tiyatroların bazıları 10 küsur yıllık, bazıları ise daha çok yeni. 

Düşünüyorum: Hiç bilmediğim bir tiyatroya gitmeye karar verdim. Hangi oyunu seçtiklerine, yazanına ve yönetenine baktım. Anladım ki yazanı da yöneteni de oyunu da bilmiyorum. Bilmiyor oluşum elbette o kişileri ve eseri 'kötü' olarak nitelendirmez. Bu şartlar altında gitmeli miyim? Muallaktayım. 

Şimdi aynı durumu farklı bir biçimde düşünüyorum: Yazanı ve yöneteni hasbelkader tanınmış, metin zaten bilindik. Gitmeli miyim? Yine muallaktayım. Lakin bir önceki duruma göre bazı şeyler kafamda daha net. Haliyle gitme payım daha yüksek. Elbette bu da oyunu daha 'iyi' yapmaz.    

Bilindik bir metinden kastım klasik bir eser değil. Özel ya da alternatif sahnelerin böyle bir prodüksiyonu maddi açıdan gerçekleştiremeyecekleri aşikar. Lakin o tiyatro 'bilinmez' olarak açıldı ise, üyeleri ve yapımı 'bilinmez' olamaz. Başta seyirciyi çekecek oyunlar ile başlanır, seyirci zaman içerisinde bilmediğini, bilir hale gelir ve bir 'tanıdık' olur. Daha sonra bu tanıdık, artık sizi tanıdığı için, çoğu yapımınıza gelir. Kendi metniniz, o tanıdığın nezdinde değerli olur. Bunu yapan alternatif sahne çok az. Ben ilk durumu ele alanlar başarısız, ikinci durumu ele alanlar çok başarılı olur demiyorum. Sadece 'alternatif' sunuyorum. 

Sonuç olarak ilk düşüncem, onlar için bir yenilik. İkinci düşüncem için belki eski denemez ama yeni olarak kabul etmeyecekleri de kesin. Bu durumda benim için Yeni Metin - Yeni Tiyatro bir bilinmez, tanınmaz, flu bir 'şey'. İçinin doldurulması ve doluluğun sahneye aktarılması, bu konuda seyircinin bilinçlendirilmesi gerek. İnsan alışkanlıklarından kolay vazgeçemez. Uyumu önce kendi içinizde yakalamanız şart. Siz uyarsanız benim uymam daha kolay. En yenisinden, düşünün...


Ege KÜÇÜKKİPER


16 Ekim 2015 Cuma

Tiyatroda 40 Anı


BİR ANI (1) 🎭

Bundan 2 sene önce Ankara'ya operet seyretmeye gitmiştim. (Her sene iki kez gitmeye çalışırım) Salondaki çoğu seyirci şık sayılabilecek kadar özenli giyinmiş idi. Ben de olabildiğim kadar şık olmaya çalıştım. Yola çıkarken yanıma takım elbisemi aldım, ayakkabıları parlattım, bir de yeni aldığım, ilk paltomu giydim. Mevsim kıştı. Mümkün olduğunca 'Tiyatro Adamı' olduğumu gösterecek aksesuarlar ile şıklığımı pekiştirdim. Salona girdiğim an izlendiğimin farkına vardım. Operet 3 perde idi. Aralar da fuayeye çıktığımda, yine bakışlar üzerimde idi. Aslında salondan ayrılmak pek adetim değildir ama dizlerimden bir sorun yaşıyordum ve ısıttığım koltuğumdan kalkmam icap ediyordu. Nihayet son perdeyi izlemek için tekrar 3 saatliğine kiraladığım koltuğuma oturdum ve arkamda yer alan seyircinin konuşmasına kulak misafiri oldum. Şöyle diyordu: "Bu insanlar ne biçim giyinmişler? Operete böyle gelinir mi hiç?" Kimin söylediğini merak ettim ve arkamı döndüm. Gördüğüm eşofman takımlı bir seyirci idi. Işıklar karardı ve oyun başladı. Oyunun büyüsü, salonu en güzel hali ile giydirmişti...

BİR ANI (2) 🎭

Yine Ankara'dayım. Bu sefer bahar. Lakin üstümde yine o palto var. Ankara'nın baharı geç geliyor. Metrosu erken kapanıyor. Ege yılmak bilmiyor. İstanbul'dan gelen adam bir metroya mı takılacak? Tesadüf eseri yine bir önceki anıda bahsettiğim salondayım. (Büyük Tiyatro) Oyun başladı ve bir süre sonra arkamda oturan iki genç erkek seyirci, aralarında konuşmaya başladı. Biri sahnedeki oyuncuları daha önce hangi dizide izlediğini, diğeri ise dün yaptığı proje sunumunu anlatıyordu. Rahatsız oldum. Rahatız olan sadece ben değildim. Yanımda oturan güzel kız da bu durumdan muzdarip idi. "Kes sesini be dangalak" diyordu kısık sesle. Fakat arkasına dönmüyordu. Belki duyar da susar diye düşünüyordu belli ki. Sonra fark ettim ki, o güzel kız, yanımda akşam yemeğini yiyordu. Önümde, kızın akşam yemeğini yemesinden rahatsız olan bir seyirci, arkasına döndü ve hışırtı ile karışık şapırtıyı kesmesini söyledi. Kız söylenene uydu. İlk perde böylece bitti. Ara olduğunda önde oturan seyircinin Ankara DT oyuncularından biri olduğunu anladım. Sakız çiğniyor ve patlatıyordu..

BİR ANI (3) 🎭

Takvimlerin, cüce ayın son günü olan 28'i gösterdiği 2009 yılında, dört arkadaşım ile hayran olduğum sanatçı Melek Baykal'ın DT'nda sahnelenen oyununu izlemeye gitmiştim. Oyun bitiminde, kendisiyle fotoğraf çektirmek için fuayede bekliyordum. Yakından ilk görüşüm olacaktı. Kısa bir bekleyişin ardından amacıma ulaştım ve Melek Abla'nın yanına giderek fotoğraf çektirme ricasında bulundum. Fotoğraf makinesini arkadaşıma verdim ve basması gereken yeri söyledim. Fotoğraf çekilirken, fotoğrafı çekilenler değil, fotoğrafı çekenler gülüyordu. Bir anlam veremedim. Fotoğraf çekildi ve Melek Abla gitti. Ben de makineyi arkadaşımdan geri istedim. Arkadaşım, makineyi vermek istemedi. Nedenini sorduğumda, göreceğim şey sonucunda kızmamdan çekindiğini söyledi. Evet, arkadaşım ta en başında makineyi öyle bir hızla elimden çekmişti ki, makinenin ayarı bozulmuş, 'gelin-damat' figürlü şablon tasarım ayarına dönmüştü. Haliyle fotoğraf da öyle çekilmişti. Üstelik gelin olan ben, damat ise Melek Abla idi. Cüce ayın son günü cüce kalmıştım...

BİR ANI (4) 🎭

Aslında bu çok ilginç bir olay değil. İstanbul DT geçtiğimiz yıllarda 'Yağmur Durduğunda' adlı bir oyun oynuyordu. Bilet satışı başladığı an üç tane bilet aldım. Birkaç gün sonra oyuncu rahatsızlığı nedeniyle, oyunun iptal olduğunu öğrendim. Biletleri iade ettim ve bir sonraki ayın programını bekledim. Program çıktı. Tekrar ışık hızı ile üç bilet aldım, yine aynı sebepten dolayı oyun iptal oldu. Bileti iade edip paramı geri almaya alışmıştım. Beklemeye devam ettim ve gelecek ay üçüncü kez, üç bilet daha aldım. Oyun günü geldi çattı. Oyuncu rahatsızlığı falan yoktu. Üçümüz tarif edilemez bir mutluluk çerisinde idik. Oyunun başlamasına 10 dakika kalmıştı. Kapılar açılacak diye beklerken içeriden bağrışmalar duyuldu. 5 dakika sonra sağlık ekipleri, salonunun kapısında belirdi. Bir oyuncu rahatsızlanmıştı. Oyunun başrol oyuncusu çıkıp, açıklama yaptı: 'Oynayacak durumda değiliz'. Ben mecburen iade işlemini gerçekleştirdim. Tekrar bilet alacak durumda da değildim...

BİR ANI (5) 🎭

Bir önceki anıma benzer bir olay daha yaşadım. Bundan birkaç yıl evvel, yine bir 27 Mart Dünya Tiyatro Günü davetiyesi alabilmek için, Kağıthane sahnesinin yolunu tuttum. Merakla beklediği oyun İBBŞT yapımı 'Arka Bahçe' idi. Oyuna birkaç gün kala iptal haberini aldım. Sebep oyuncu rahatsızlığı idi. Sezonun sonu gelmişti. Ekim'i beklemek zorundaydım. Ekim programı açıklandığında, oyunun bana epey uzak bir sahnede, ta Kadıköy'de perde açacağını gördüm. Yine de bilet aldım. 2 temsil sonra oyunun başrol oyuncusu Güzin Özyağcılar ayağını kırdı. Yeni yıla kadar oyun olmaz diye düşündüm. Kasım programı açıklanınca Harbiye'yi arayıp, biletimi 24 Kasım tarihine aktardım. Hikayede yer alan Kağıthane ve Kadıköy sahnelerinin ikisi de bana pek yakın değil. Harbiye sahnesi ise burnumun dibinde. Allah beni yormak mı istemiyordu? Yoksa oyun mu kötü idi? Oyunu nihai tarihte izledim ve çok beğendim. Tekrar izleme isteğim geldiğinde, bu isteğimi bastırmaya çalıştım. Üsküdar ve Ümraniye iptallerine katlanamazdım...

BİR ANI (6) 🎭

Yıllardır İstanbul'da oyun izlerim, üç-beş anım ya var ya yoktur. Senede 1 kez Ankara'ya giderim dünya kadar anım birikmiş. Bu da onlardan bir tanesi. Geçen yıl Küçük Tiyatro'da oynayan bir oyuna bilet almıştım. İnternet sayfasını açtığımda sadece iki koltuğun boş olduğunu gördüm. Koltuklar yan yana ve yerleri de güzeldi. Sol taraftakini seçtim, fakat ödeme kısmında sıkıntı çıktı ve sistem beni başa yönlendirdi. Yönlendirme aşamasında vakit kaybetmiştim ve satın alma bölümüne geldiğimde seçtiğim sol taraftaki koltuk satılmıştı. Çaresiz kalan koltuğu satın aldım. Oyun günü ve saati geldiğinde koltuğuma kuruldum. Yanım boştu. Merakla kimin oturacağını bekledim. Nihayet bir hanım geldi ve koltuğuna yerleşti. Oyun başladıktan 10 dakika sonra 'küt' diye bir ses duydum. Yanımdaki koltuk çökmüş, kadın yere oturmuştu. Bütün oyunu o vaziyette izledi. Her şeyde bir hayır vardır. Ya o koltuğu alsaydım, halim nice olurdu?

BİR ANI (7) 🎭

Yağmurlu bir Pazar sabahı... Saatin beşi... Beyoğlu bomboş... Biraz ileride hafif bir insan birikintisi var. Kısa süre sonra ben de o birikintiye katılacak olamanın heyecanıyla kaygan zeminde ilerliyorum. Herkesin amacı ortak: 'Bir Delinin Hatıra Defteri' adlı oyuna bilet alabilmek. Atlas Pasajı'nda 15-20 kişi.. Gişenin açılmasına 5 saat var. Saatler ilerledikçe kalabalık artıyor. Arkamda bir tıp fakültesi öğrencisi, hasta... Sohbet, muhabbet gırla... Yoksa nasıl geçer zaman? Sohbet dediysem hep tiyatro ve genelde sanat üzerine. Hay-huy derken saatin 09.30 olduğunu fark ediyorum. Sohbet güzel olunca zamanda çabuk geçiyor. Gişecinin geldiğini, bekleyenlerin tezahüratlarından anlıyorum. Bize bir kıyak yapmak istediğini söylüyor. Sistemde 30 bilet olduğunu, sistem açılış saatini beklemeden biletleri basıp, sıraya göre dağıtma fikrini oylamaya sunuyor. Oylamada geçer oy alınıyor. Biletler basılıp, dağıtılırsa, 30. biletin sahibi şu aciz kulunuz Ege olacak. O da ne? Çıt çıkmayan sessizliğin içerisinde, pasajda daha da bir güçlü yankılanan telefon, hepimizin kulağını sağır ediyor. DT'ndan araya görevli, gişecinin yaptığı numarayı anlıyor ve biletleri sisteme geri yüklemesi gerektiği konusunda onu uyarıyor. Biletler geri yüklenirken, internet satış vakti geldiği için, 30 bilet her yerde gözüküp, herkesin satın alabileceği bir 'buldumcuğa' dönüşüyor. Herkes birini arayıp, bilgisayar başında görevlendiriyor. Ben de annemi arıyorum. Önümdekinden bir çığlık geliyor, kız arkadaşı bir bilet yakalamış meğer. Arkamdaki, hasta haliyle o boğucu havada babasından bir sevindirici haber alıyor. Ben ümitsiz, annemi arayacak iken o beni arıyor. Sevinçle pasajdan ayrılıp, yağmura karışıyorum. Yağmur beni ıslatmıyor...

BİR ANI (8) 🎭

2011 bitmek üzereydi. İBBŞT yapımı 'Tehlikeli İlişkiler'i seyretmek için koltuğuma yerleşmiştim. Oyunun dekoru dev aynalardan oluşuyordu. Yani bütün salonu karşımda görüyordum. Arkalar boştu. Herhalde arkaların boşluğuna takılı kalmıştım ki bir sıra arkamda oturan üç oyuncuyu (biri emekli, üç İBBŞT sanatçısı) fark etmemişim. Oyunu Harbiye sahnesinde izledim. Bilenler bilir, sahnede bir orkestra çukuru vardır. Çukur sadece müzikal olan oyunlarda işler, oyun normal ise çukur kapanır ve sahneye dahil edilir. Az sonra izleyeceğim oyun müzikal değildi lakin oyuna hizmet için bir çukur oluşturulmuştu. Arkamda oturan kadın oyunculardan biri, 'oyun müzikal mi?' diye yanındaki arkadaşına sordu. Arkadaşı, arkadaşını aydınlattı. 'Şarkılı, türkülü bir oyun' dedi. Üçüncü kişi (erkek) o gür sesiyle müthiş bir kahkaha atarken, ben de gülme krizine girmiştim. Oyunun ilk perdesi bitti. Oyunun müzikal olup olmadığını soran, belli ki müzikleri duyamadığı için sıkılmış ve çareyi şu sözleri söylemekte bulmuştu: 'Ben ikinci perdede uyuyacağım. Selam esnasında beni uyandırın.' Yine o gür sesin kahkahası ile ikinci perde başladı. Oyunun oyuncularından Tomris İncer'in rol gereği uyuma sahnesinde, gür sesli adam arkadaşını dürtükleyip: 'Sana özenmiş' diyerek beni bitirdi. Kadın artık uyumuyor, adam gülmüyor, sahnedeki aynalar bir tokat gibi yüzlerine çarpıyordu...

BİR ANI (9) 🎭

Beyoğlu Küçük Sahne'ye her sezon 1 kez giderim. Bunun sebebi sahnenin Beyoğlu'nda olmasından kaynaklı. Yanımdaki arkadaşım sahneye hayran hayran bakarken ben gelen seyircileri tarıyordum. Gözlerim birden ünlü bir tiyatrocuya takıldı. O da beni gördü, zoraki bir selam verdi. Yeri en önde idi. Oyun tek perde olduğu için arada konuşma fırsatım olmadı. Oyun bitiminde, o meşhur tiyatrocunun çevresi talebeleri ile dolmuştu. Talebeler merakla, hocalarının ağzından çıkan 'şeyleri' dinliyordu. O meşhur oyuncu, oyunu çok beğendiğini ve daha iyisinin olamayacağını söyledi. Talebeleri de bu durumdan mutluydu. Nihayetinde o meşhur oyuncu, talebelerinden ayrılıp, başkalarına takıldı (onları tanıyordu) Onlar, hocanın oyun hakkındaki düşüncelerini merak ediyordu. Oyuncu, oyundan hiç memnun olmadığını, oyunun neden bu kadar kötü işlendiğinden dert yandı. Sayesinde o gece ben de bir 'oyun' izlemiştim. Hem de çok kötü bir oyun..

BİR ANI (10) 🎭

Koltuğuma yerleştim, oyunu daha önce bir Üniversite topluluğundan izlemiş ve çok beğenmiştim. Bu sefer yanıma annemi de aldım. Salon kahkahadan kırılırken, biz hiç gülmüyor, bunca insanın neden bu kadar güldüğünü düşünüyorduk. Yerimiz önlere yakındı. Oyunculardan biri, benim gülmediğimi fark etti. Besbelli o kadar insan içerisinde, siyah giyen adamların arasındaki beyazlı misali 'sırıtmıştım'. Beni fark eden oyuncu, oyunun akışını bozmadan rol arkadaşının yanına gidip benden bahsetti. Bahsettiği kişi ile göz göze geldik. İlk perde bitti. İkinci perde başlarken bütün oyuncular alenen bana bakıyorlardı. Gülmeye başladım. Mutlu oldular. Neye güldüğüm umurlarında değildi. Ben onların haline gülüyordum...

BİR ANI (11) 🎭

Ankara'da başıma gelenler saymakla bitmez. Söz konusu Büyük Tiyatro ise şenlik var demektir. Shakespeare Festivali haftasında 'Macbeth'i seyretmek için yerimi ararken bir teyzenin bana el ettiğini gördüm. Acaba bir arkadaşına mı kendini göstermeye çalışıyor diye meraklandım ve arkamı döndüm. Kimse yoktu. Biletime baktım. satın aldığım koltuk teyzenin yanındaki koltuktu. Bir tesadüf diye düşündüm. Yerime oturduğum andan itibaren sol kulağım soru yağmuruna tutulmuştu. Neyse ki oyun başladı ve herkes (o da) sustu. İlk perde bittiğinde, teyze, gençliğim ile ilgili nasihatler verdi, nerede, ne okuduğumu öğrendi. Radyo, sinema, televizyon bölümünde okumama çok memnun oldu ve hemen radyo tiyatrosundan söz açtı. Işığın kararmasıyla birlikte, radyonun da sesi kısıldı ve ikinci perde başladı. Sonunda oyun bitmişti. Vestiyere koşmaya hazırlanıyordum. Birden teyze koluma yapıştı ve şöyle dedi: 'Yavrum, yaptığın radyo yayınından benim adımı da zikret. Sevaptır.' Peki teyzeciğim deyip, yanından ayrıldım. Sonra düşündüm. Ben radyo programı yapmıyordum. Teyze ise adını dahi söylememişti. Ne duymak istiyordu?

BİR ANI (12) 🎭

Devlet Tiyatrosu'nda ismi lazım değil bir oyun izlemek için iki tane bilet almıştım. Biri elimde patladı. Kapıda da satamadım. İçeri girip yerime kuruldum. Salon kapısında biri belirdi. Görevli ile konuşmalarına kulak misafiri oldum. Oyuna girmeyi çok istiyordu lakin salonda hiç yer yoktu. Yerimden kalktım ve kızcağızın yanına giderek yanımın boş olduğunu belirttim. Bu lafımı duyan 1. sıranın 1. koltuğunda oturan bir teyze, 'benim yerim çok kötü, senin yerin ortalarda ben gördüm seni, yanına ben gelsem de kız benim yerime otursa olur mu?' diye sordu. Ben de, 'yerinden memnun değilsen neden oradan bilet satın aldın?' dedim. 'Kötü bir şey mi yaptım?' diye üste çıkmaya çalıştı. Ben de, yanım için söz verdiğim kızcağızı, teyzeye göstererek, 'ben bu kadar hevesli bir gence, bu kötülüğü yapamam' dedim. Teyze tebarekeyi tersten okumaya başladı, biz de oyunu izlemeye...

BİR ANI (13) 🎭

Bu da bir önceki anıya benzer bir olay. Cemil Topuzlu Açıkhava Tiyatrosu'nda bilmem kaçıncı kez izlediğim Lüküs Hayat operetinde yanım boştu. Bir arkadaşım tam arkamda oturuyor, diğer arkadaşım ise epeyce arkalarda. Yanımın boş olduğunu görünce, o çok arkadaki arkadaşımı çağırdım hemen. Boş koltuğun yanında oturan teyze, çantasını ve poşetini yere koymak yerine, koltuğa koymuştu. Başta her iki koltuğun da ona ait olduğunu düşündüm. Dayanamadım sordum. Teyze: 'benim değilse ne olacak?' dedi. 'Arkadaşım oturacak' dedim. Ses etmedi, arkadaşıma da müsade etmedi. İlk perde bittiğinde kadının telefonu çaldı ve apar topar sahneyi terk etmek zorunda kaldı. Bir yerine iki koltuk boşalmıştı. Devamı tahmin edebileceğiniz gibi. Bu anı Brecht'in bir öğreti oyununda sorduğu soruyu aklıma getirdi: 'İnsan, insana yardım eder mi?'

BİR ANI (14) 🎭

Harbiye sahnesinde oturuyordum. Aylardan Şubat. Tepemde yine o klima açık. Salon buz kesmiş. Yanımda oturan kadın, klimadan da soğuk. Klimaya katlanırım da insanın soğukluğuna katlanamam. Bir sırada 15 koltuk var. Fakat biletli kişi sayısı 16. Ben hariç geri kalan 15 kişi teker teker koltukları sayıyor. Hepsinin saydığı yanlış. 23 koltuk diyen bile var. Biri öneri vererek, herkesin oturmasını istiyor. Ben zaten oturuyorum, telaşa lüzum yok. Herkes oturduğunda 1 (16.) kişi ayakta kalıyor. Demek ki gerçekten bir sıkıntı var. Yanımdaki soğuk kadın, bana bir çözüm bulduğunu söylüyor. 'Nedir?' diye sorduğumda, 'bir koltuk yana kay evladım' cümlesini işitiyorum. 'Ne değişecek?' diyorum. 'Neler neler değişir' diyor. Diğer tarafımdaki kadın dayanamıyor ve fuayeye çıkıyor. O çıkınca, 3 kadın beni zorla yana kaydırıyor. Giden kadının çantaları yere konuyor ve bu sayede ayakta kalan kişi oturuyor. Herkes bir hayli memnun. Ben büyük bir heyecanla, fuayeye çıkan seyircinin geri gelmesini bekliyorum. Oyun başlarken geliyor. Her seyircinin bir koltuk yana kaydığını fark etmiyor. Biletinde ne yazıyor ise o koltuğu arıyor. Haklı. O koltukta ben varım. Kadın hiç konuşmuyor. Pis pis bana bakarak, anlamamı bekliyor. Soğukluğun klimadan olmadığını anlıyorum. Alır mısın tam ortadaki koltuğu!

BİR ANI (15) 🎭

Ankara'ya ilk gidişim. Felaket bir yağmur var. Kızılay metrosundan Şinasi sahnesine yürümek zorundayım. Sahneye vardığımda sucuk gibiyim. Montumu vestiyere veriyorum. Islak gömleğimle oyunu izliyorum. Oyunun adı 'Aklımdaki Kadınlar'. Benim aklım yağmurda. Tir tir titriyorum. Hasta olacağımdan korkuyorum ama korktuğum başıma gelmiyor. Şanslı mıyım, şanssız mı anlamadım? O günden sonra ne zaman Şinasi sahnesine gitsem bardaktan boşanırcasına yağmur yağar. Başka sahnede olmaz bu. Akün ile Şinasi sahneleri sırt sırtadır. Lakin biletim Akün içinse tek damla inmez gökten. Ona rağmen hala bilet alırım. Şansımı zorluyorum galiba. Bir gün Ankara'da kaybolursam, Şinasi'ye giden yoldaki göller bölgesinde arayın beni...

BİR ANI (16) 🎭

Kocaeli Şehir Tiyatrosu, geçtiğimiz yıllarda turne kapsamında İstanbul'a 'Genç Günler' festivalinde oynamak üzere gelmişti. Oyun Kadıköy Haldun Taner Sahnesi'nde idi. Genç Günler'de bütün oyunlar ücretsiz olur. Davetiye de yoktur. Ben de bu duruma güvenip, Beşiktaş-Kadıköy vapurunun zevkine vararak, dalgaların arasında sahneye varmak üzereyken, kapıdaki görevlinin, 'bu oyun davetiyelidir' dediğini işittim. 'Bana da var mı?' dedim. Davetiyelerin tükendiğini söyledi. Kapıda anormal bir kuyruk vardı. Çünkü kimsenin davetiyeden haberi yoktu. 'Açılın, açılın' diye bir ses böldü kuyruğu. Koca bir otobüs yanaşmıştı sahnenin önüne. İçinden 40 küsür kişi indi ve derakap sahneye girdi. Herkes isyanda idi. Nasıl olmasınlar, içeri girenlerin kim olduğu belirsiz. Kuyruktakilerden biri 'onlar davetiyeli mi?' diye sordu. Görevli, onların Kocaeli'nden geldiğini, oyunu bir kere daha izleyeceklerini söyledi. Yani Kocaeli Şehir Tiyatrosu'ndan gelen oyun, İstanbul'da, Kocaelili izleyiciler için bir kez daha oynayacaktı. (Oyunu en arkada, 'sedirde' izledim)

BİR ANI (17) 🎭

Tarihsel bir oyunun prömiyer gecesine davetli idim. O sahneye de ilk kez gidecektim. Dışarıda durmak bilmeyen bir tipi vardı. Sahnenin sıcaklığına sığınmak için var gücümle mücadele ettim ve nihayet koltuğuma kavuştum. Oyun başlamadan bilmem nerenin bilmem ne tarih profesörü, bir akademide ders verir gibi, epey ayrıntılı bir şekilde, oyunda bahsedilen ünlü şahsın yaptığı eserleri anlatıyordu. Konuşma, aşağı yukarı 1 saat kadar sürdü. Slayt gösterisi bile vardı. Oyun, bu bir saatin ardından başladı. Oyunu pek beğenmemiştim. Bence bunda konuşmanın etkisi çok büyüktü. İlk perde bitiminde, seyircilerin salondan ışık hızı ile çıktığını görmeliydiniz. İkinci perde yarı yarıya boş koltuklara oynandı. O 1 saatlik konuşma, özet halde broşüre basılsa? Hem gelen izleyicilerin elinde bir kaynak olur. Tiyatroya, tiyatro için gidilir...

BİR ANI (18) 🎭

Ortaokul yıllarımda, Türkçe hocam Nuran Fırat, her ay bir Çarşamba matinesine, Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'ne, oyun izlemeye götürürdü. Oyuna sınıfça giderdik. Okulum Mecidiyeköy'de, Profilo AVM'nin çaprazında idi. Aradaki yolu yürürdük. O zaman sahne yıkılmamış, yerine de böyle bir kazulet dikilmemişti. Merdivenler sizi karşılar, gişe kuyruğunu içeride görürdünüz. O Çarşamba gittiğimiz oyun Oya Başar'ın başrolünü oynadığı '7 Kocalı Hürmüz' idi. Yerimiz epey arkadaydı. Oyun esnasında, tam bir sessizlik sağlanmışken, çalan cep telefonlarına, konuşan insanlara, gereksiz gülenlere sinir olurum. Fakat bir keresinde aynı şeyi ben de yapmıştım. Elbette bilinçli bir şekilde değil. Oya Hanım'ın şarkı söylediği bir sahneydi. Şarkıyı bitirdi, alkışını aldı ve tam oyuna devam edecekken, ben kendimi kaptırmış olmanın heyecanı ile şarkıya devam etmiştim. Yüksek sesle: '7 tane de yetmez, daha ver' deyişim, dün gibi aklımda...

BİR ANI (19) 🎭

Bir arkadaşım, bir arkadaşını İBBŞT'nun bir oyununa götürmek için bilet almış. Fakat arkadaşı evde kilitli kaldığı için daha önce seyrettiğim oyunu ikinci kez seyretme fırsatını yakalamıştım. Oyunun ikinci perdesinde arka sıralardan bir seyirci fena halde gülmeye başladı. Her koltukta oturan seyirci bir karga olsa, her karga da avazı çıktığı kadar bağırsa, o gülen seyircinin çıkardığı sesi çıkaramaz. Haliyle oyun bölündü ve diğer seyirciler de, kargaya vokal yapmaya başladı. Ben krizdeyim. Arka sıramda oturan annem ve arkadaşları (aynı seansa denk düştük) yerlerde. Durumun farkında olmayan tek kişi, yanımda oturan arkadaşımdı. Olayı anladığında herkes susmuş, sadece o gülüyordu. Benim için gülecek bir sebep daha çıkmıştı...

BİR ANI (20) 🎭

Kağıthane Sadabad Sahnesi yeni açılmıştı. O zamanlar internet nedir pek bilmiyorum, İBBŞT'nın internet sitesi var mı yok mu onu hiç bilmiyorum. Gişeden bir oyuna bilet aldım. Oyuna 3 kişi gideceğiz. Hava da berbat. Ben pek vazgeçmem, oyuna mutlaka giderim. Öyle de oldu, üçümüz sahnenin önünde buluştuk ve kapıya asılmış bir notla karşılaştık. Notta şöyle yazıyordu: 'Oyuncu rahatsızlığı nedeniyle oyun iptal olmuştur.' Ben değil ama onlar vazgeçmişti. Biletleri, aynı oyunun bir sonraki temsili ile değiştirdik. Değişim işleminden sonra annem, tuvalet ihtiyacını gidermek için sahnenin tuvaletini kullandı. 5 dakika sonra telefonum çalmaya başladı, arayan annem idi. Tuvalette kaldığını, görevliye haber vermemi istedi. Dediğini yaptım, annemi kurtardım. Bu durumu sahnenin 'yeni' oluşuna verdik. Sonra anladık ki, yenilik ile bir ilgisi yokmuş. Bundan sonra ne zaman o sahneye gitsek, bir uğursuzluk ile karşılaştık, salondan mutsuz ayrıldık. (Bir seferinde ölüm bile oldu)

BİR ANI (21) 🎭

İrfan Şahinbaş sahnesine gitmek için Ostim'den taksiye bindim. Taksici çok kibar bir adamdı. Gideceğim yeri söyleyince, 'efendim, oyun mu var?' dedi. Evet dedim. Oyunun adını ve kimlerin oynadığını sordu, söyledim. 'Çok büyük oyuncular bunlar' dedi. Bilet fiyatlarını söyledim. öğrencinin 6, tam biletin 10 lira olduğuna çok şaşırdı. Şaşkınlıktan konuşamayınca lafı ben devraldım. İstanbul'dan geldiğimi belirttim, beni kestirmeden götürdü. 5 dakikalık sohbette 5 çocuğunun olduğunu ve her çocuğunun yurt dışında farklı ülkelerde okuduğunu/çalıştığını/yaşadığını dinledim. 'Sanata meraklı mısınız?' diye sorduğumda, 'çok meraklıyım ama vakit bulamıyorum' yanıtını aldım. 'Çocuklar meraklı mı?' diye sordum. 'Onlar da çok meraklı' dedi. İçimden, yurt dışında ne güzel oyunlar seyrediyorlardır diye düşündüm ve bu düşüncemi taksiciye de söyledim. İç geçirerek 'nerdeee' dedi. Şaşırmış bir halde baktım. Bu sefer dili tutulan bendim. 'Ne oldu?' diye sordum. 'Vakitleri yok ki evladım nasıl izlesinler' dedi. Gülmeye başladım. Tam o sırada tiyatroya varmıştık. Teşekkür edip, ücretini verdim. Arabadan inerken bir mırıltı duydum ve gülmem arttı. Şöyle bir mırıltı idi: 'Allah Allah burada tiyatro mu varmış?'

BİR ANI (22) 🎭

Yazdığım oyunu çoğaltıp, elden teslim etmek üzere Ankara'ya, Genel Müdürlük binasına gittim. (Küçük Tiyatro) Kapıdaki görevli ziyaretçi kartı verdi ve dramaturji bölümünün üçüncü katta olduğunu söyledi. O sırada asansör geldi, bindim ama çalıştıramadım. Eski körüklü asansörlerdendi. Kalırım diye korktum ve hemen indim. Merdivenleri güç bela çıkıp, '3.KAT' tabelasını gördüğümde terim boşanmıştı. Tam karşıda tuşları rengarenk bir piyano duruyordu. Fotoğrafını çektim. Sonradan anladım ki gördüğüm piyano değil 'ışık kumanda masası' imiş. Çok hoşuma gitti. Solda 'koruma altında' tutulan Cüneyt Gökçer'in çalışma masası vardı. Masa bana fazla modern geldiği için yadırgadım. Fotoğraflama gereği duymadım. Bir zamanlar Ahmet Hamdi Tanpınar, Orhan Veli Kanık gibi isimlerin oturduğu Evkaf Apartmanı tam bir labirent. Odaların hepsi kilitli. Yani hiçbir dramaturg yerinde yoktu. Tekrar aşağıya inip görevliye izahat verdim. 4. kata çıkmam gerektiğini, oyunumu arşiv bölümünün de kabul edeceğini öğrendim. Nasıl çıktıysam çıktım fakat orada da kimse yoktu. O gün işimi halledemedim. Bir sonraki gün gittiğimde aradığım dramaturgları buldum. Birinin oğlunun adı benim adaşım, diğerinin de soyadı benim adım çıktı. Oyunu verdim, şöyle bir baktı. İbsen karakterlerini görünce bu 'uyarlama' dedi. Ben de değil dedim. Sonra biraz düşündü, 'bu oyunun yazarı İbsen olsa, siz nesi olacaksınız?' diye kendi kendine bir soru yöneltti. Ben de 'bravo, ip uçlarından cevabı bulacaksınız' dedim. Bina labirentti ama benim de görüşmem bir bulmayaca dönüşmüştü. 'Başdramaturg incelesin' diye işin içinden sıyrılmaya baktı. Peki dedim ve oradan ayrıldım. Ayrılırken gözüm koridorun sonundaki Nejat Birecik'in odasına takıldı. Nasıl takılmasın ki? Kapıdan daha büyük bir tabela bana bakıyordu...

BİR ANI (23) 🎭

Osmanbey'deki Remzi Kitabevi'ne girdiğimde doğru tiyatro oyunları köşesine yöneldim. Uzun boylu bir adam, ince uzun rafları ve o raflardaki dik durmak için birbirine kenetlenen kitapları kaplıyordu. Bir süre bekledim. Yanına geçip, hangi kitapları seçtiğine baktım. Elleri Çehov'un öyküleri ile dolmuştu. Benim alacaklarım onlar değildi. Rahatladım. Bir süre daha bekledim. Adamın oradan ayrılmayacağını anlayınca dayanamadım ve hafif yüksek sesle 'müsadenizle artık bakmak istiyorum' dedim. Adam arkasını döndü ve ben adamın yüzünü ilk defa görmüş oldum. O zamana kadar gözüm hep kitaplarda idi. Adam, ünlü tiyatro oyuncusu Taner Barlas çıkmasın mı? Aaaaa

BİR ANI (24) 🎭

Toronto'dan yeni döndüğüm, kendimi Moda'ya attığım bir gün, arkadaşımın beni uyarması ile karşıdan beni pek sevmeyen bir oyuncunun geldiğinin farkına vardım. Arkadaşımın dediğine göre o beni çoktan görmüştü. Zoraki bir gülümseme ile elini kaldırarak selam verip, gitmeye niyetli olan oyuncuyu durdurdum. 'O kadar tiyatroya giderim, hiç karşılaşmadık, burada mı karşılaşacaktık?' diye sordum. 'Buralar benim' dedi. Bir ayağı hep geride, gitmeye can atıyordu. Daha fazla tutmak istemedim. İyi günler deyip, yoluma devam ettim. Anladım ki 'onun' olan yerlerde bana yer yoktu. Ben de kendi yolumu çizdim...

BİR ANI (25) 🎭

Bundan 6 yıl önce, babam sayesinde Müjdat Gezen Tiyatrosu'nun bir oyununa 2 bilet kazanmıştım. Haliyle yanıma babamı aldım. Belki birlikte ilk kez oyun izliyorduk. Tiyatro o zamanlar JoyTürk (radyo) ile anlaşmalıydı. Genelde babam çok şanslı ben ise çok şanssızımdır. 'Adalet Pantolonun Kemeridir' adlı oyunu izlemek üzere sahneye geldik. Gişeden biletlerimizi temin ettik ve içeri girdik. Biletin üzerinde I yazıyordu. Arkalarda olmadığımıza sevindik. En öne, 1. sıraya kurulduk. 5 dakika sonra koltukların gerçek sahipleri geldi ve biz 8 sıra geriye gitmek zorunda kaldık. Meğer bilette yazan I, rakam (1) değil, harfmiş....

BİR ANI (26) 🎭

Davetiyeli gittiğim bir oyun idi. Yerim en öndeydi. En önü pek sevmem ama o sahne için fena sayılmazdı. Bir süre sonra yanıma bir hanım geldi. Meşhur değildi ama ben görür görmez tanıdım. Gelen, oyunun başrol oyuncusunun eşiydi. Oyun başlamadan biraz muhabbet ettik. Eşinden, kızından, oğlundan ve damadından da söz açtık. Çünkü onlarda o kurumda oyuncu ve müzisyendi. Konuşmalarımız neticesinde benim 'iyi bir tiyatro izleyici ve takipçisi' olduğuma kanaat getirdi. İlk perde bittiğinde apar topar yerinden kalktı ve gitti. Kulise gittiğini düşündüm. Yanılmamıştım. Ben sormadan o söyledi: 'Canım çok terlemiş, atletini değiştirdim de geldim.' Ben için için gülmeye başladım. 2. perde boyunca oyundaki değişimleri, güncellemeleri, bir önceki oyun ile arasındaki farkı teker teker izahat etti. Ben oyundan memnun kalmamıştım. Bu oyun onlarca kez nasıl izlenir diye kara kara aklımdan geçirirken, oyun bitti ve eşi, eşini ayakta alkışladı. Alkışlanan da sahneden öpücük gönderdi. Sonra biz dışarı, o kulise. Herhalde ikinci atlet değişimine

BİR ANI (27) 🎭

Bir zamanlar twitter camiasında 'Muzaffer' takma adıyla millete abuk sabuk şeyler yazan biri vardı. Bir gün, o akşam gideceğim oyunun adını takipçilerim ile paylaştım. Birkaç saat sonra yine twitterdan onun da aynı oyuna geleceğini öğrendim. Sahnenin önüne gittiğimde pek kimse yoktu, kapıların açılmasına rağmen içeri girmedim, onun gelmesini bekledim. Daha evvel fotoğrafını görmediğim için işim zordu. Bir süre sonra sahneye doğru yaklaşan, benim yaşlarımda birini gördüm. 'Acaba?' diye düşündüm. Kendimi belli etmek istemedim fakat göz ucuyla bana baktığının farkına vardım. Ben salona girmeden salona girmedi. En sonunda dayanamayarak salona girdim ve yerime oturdum. O, önce tam arkama oturdu. Nefesini duyuyordum. Sonra kalktı ve en öne geçerek kendini sergiledi. Benim, ona baktığımı biliyordu. Kendine bir yer beğendi (salon boştu) ve oturdu. Oyun bitiminde salondan ilk ayrılan ben oldum ve yavaşça yürüdüm. Arkadan beni takip ediyordu. Yürüyen merdivene binip, aşağıdan baktığımda, sağına soluna hızla dönen ve en nihayetinde yukarı bakan bir Muzaffer gördüm. Güldüm ve yoluma devam ettim. Eve vardığımda o, oyun hakkında twitler atmış, oyunu hiç beğenmediğini ve bu ortamdan tanıdığı biri ile karşılaştığını yazmıştı...

BİR ANI (28) 🎭

Henüz ödül mevsimi gelmemişti ama yakındı. Harbiye Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde idim. Koltuğuma yerleştiğimde, arka sıramda Afife jürisinden birinin oturduğunu, yanındaki arkadaşı ile konuşmalarından anladım. İzlediğim oyun Şekerpare idi. Dekorunu Barış Dinçel yapmıştı. Jüri üyesinin arkadaşı, 'bu yıl da Barış'a mı vereceksiniz ödülü?' diye sordu, jüri üyesi de 'aslında onun hakkı, hep en güzelini o yapıyor ama her sene ona vermek olmaz, bu sefer başka birine vermek istiyoruz' dedi. Adaylar açıklandığında Barış Dinçel, 'Hayvan Çiftliği' adlı oyun ile aday gösterilmişti. Kazanan başkası idi. Jüri üyesi sözünün eri çıkmıştı!

BİR ANI (29) 🎭

18. Afife Ödülleri törenine gittiğimde sanatçılara en yakın yere oturdum ve onları izlemeye başladım. Hepsi çok şıktı. Bir müddet sonra görselliği bir kenara bıraktım ve tören başlamadan evvel sanatçıların kendi aralarındaki konuşmalarına kulak misafiri oldum. Biri, diğer adayın, aday gösterilmesinden şikayetçi idi. Bir diğeri yaklaşık beş dakika kadar dua okudu. (Ödül alamadı) Bir başkası ise, içki arayışında idi. Çeşit çeşit insan, çeşit çeşit ödül biraradaydı. 'Düştüğüm' ortamı beğenmemiştim. Törenin tek güzel anı, Prof. Zehra İpşiroğlu'nun konuşması idi. Ona kulak verin...

BİR ANI (30) 🎭

Üniversiteler arası tiyatro festivalinde yer alan bir oyunu izlemek üzere Cevahir sahnesine gittim. Yanımda birkaç arkadaşım vardı. Oturduğumuz sıranın bir önü protokole ayrılmıştı. Fakat koltuklarda isim yoktu. Gelecek olanlardan birinin adını, görevlilerin konuşmalarından duydum. 5 dakika sonra adını duyduğum oyuncunun cismini de gördüm. O hanımefendiyi her zaman çok hoş bulurum. Lakin oyun için aynı şeyi söyleyemem. Bir süre sonra dikkat kaybı yaşadım ve seyircinin memnun olup olmadığını merak ederek, yüzleri inceledim. Kiminin canı sıkılmış, kimi umduğunu bulamamış, kimi ise oraya zorla getirilmişti. Lakin çoğunun uykusunun geldiği su götürmez bir gerçekti. Anlaşılan o ki, protokolde oturan o ünlü isim, seyirciler kadar sabırlı değildi. Uyuduğunu en başta fark etmediğime üzüldüm. Sahnedeki amatörlüğe katlanmaktansa, onun amatörlüğüne bakıp, neşelenebilirdim...

BİR ANI (31) 🎭

Sene 2004. AKM'nde Çehov'un 100. ölüm sene-i devriyesi vesilesiyle sahneye konan 'Çok Yaşa Komedi' adlı oyunu izlemek üzere anneannem ile yola çıktık. O zamanlar bilet işlerine ben değil o bakıyordu. Yolda iken anneanneme biletleri yanına alıp almadığını ve kaçıncı sırada olduğumuzu sordum. Anneannem bilet almadığını, sahneye vardığımızda gişeden rica edeceğini söyledi. Ben bilet bulabileceğimize pek ihtimal vermiyordum. Nitekim gişecinin ağzından da aynı sözcükler döküldü. Her ikimiz de oyunu izleyemeyeceğimize çok üzüldük. Osmanbey'e, eve dönmek üzere sahnenin kapısından çıkarken, bir kadının çığlıkları üzerine durduk. Kadın, çok acil bir işinin çıktığını, elinde iki biletinin olduğunu söyledi. Anneannem biletleri aldı. Kadın da herhangi bir ücret talep etmedi. Yerimiz balkonda idi. Oyunu izlerken çok sıkılmıştım. Pek yaşıma uygun değildi ama çoğu sahnesi aklımdan silinmiyordu. 10 sene sonra, Ankara'da aynı oyunu isim değişikliği ile tekrar izledim. O sahneleri görünce bir tuhaf oldum, yaşadıklarım gözlerimin önünden geçti. Salondan mutlu ayrıldım...

BİR ANI (32) 🎭

İBBŞT'nda sahnelenen bir oyunu, bir kız arkadaşım ile izlemeye gittim. Oyunu, o da beğenmedi ben de. Ben erkekliğimden, o ise kadınlığından utanmıştı. Oyun bitiminde yanımda oturan bir kadın seyirci, ayağa kalkıp alkışlayarak memnuniyetini belli etti. Yerine oturmasını bekledim. Kadın 30-35 yaş aralığında idi. 'Pardon hanımefendi, 2 saat boyunca sahneden size bir sürü hakaret yağdı, herhalde üstünüze alınmadınız' dedim. Kadın da 'Yooo alındım, erkek dediğin böyle şeyler söyler, bu tür davranışlarda bulunur, bence bunlar birer hakaret değil' dedi. Ben haliyle kadından bir açıklama bekliyordum fakat böyle bir cevap duyacağımı tahmin etmemiştim. Eve gidince, internette oyun hakkında çıkmış yorumları okudum. Genel izleyici benim gibi düşünüyordu. Bu duruma pek önem vermedim. O kadın gibi düşünen bir yorum aradım, bulamadım. Bu sevindirici idi ama aklım o kadının sözlerine takılmıştı...

BİR ANI (33) 🎭

Tuncel Kurtiz'in cenazesi dolayısıyla, Harbiye Muhsin Ertuğrul sahnesine, anma törenine katılmıştım. Bir müddet sonra arka sıralardan bir koku duymaya başladım. Kokuyu başkaları da duymuştu. Ben, 'nereden geliyor?' diye etrafıma bakınırken, bir seyirci olayın farkına varmıştı. Törene gelen izleyicilerden biri sahnede sigarasını yakmış ve farkında olmadan yanındakinin ceketine değdirmişti. Ceket ufak ufak yanıyordu. Kokunun sebebi buydu. Herkes telaşa kapılmış, adamı azarlarken, bir başka seyircinin 'yanıyorsun Fuat Abi' esprisi, hem olayı unutturmuş, hem de cenazenin kasvetli havasını biraz olsun hafifletmişti...

BİR ANI (34) 🎭

DT'nda oyun izlemek üzere sahneye biraz erken gittim. Üst kata çıktım ve dolaşmaya başladım. Daha sonra oyunun oyuncularından biri yanıma geldi. Gelen kişiye aşina değildim ama rejisörün kızı olduğunu biliyordum. Benimle tanıştı. Eleştirmen olarak tanıtılmıştım. Fakat okuduğum bölüm tiyatro ile ilgili değildi. Oyuncu (?) bu işe çok bozuldu. Böyle durumları bir türlü anlayamadığını dile getirmekle birlikte, metin hakkında ne bildiğimi sordu. Başıma buna benzer olaylar sıkça geldiği için alışkındım. Onun nasıl o oyuna girdiğini yüzüne vurmadım. Telaffuzu da dikkatimden kaçmamıştı ama ben açığa çıkarmak istemedim. Oyuncu (?), beni köşeye sıkıştıramadığını anlayınca üstüme gelmekten vazgeçti. Gülerek yanından ayrıldım. Her şey insanın karakteri ile ilgili. Bir insanı tanımadan yargılamanın yanlış olduğunu bilmeyen birinin yaptığı sanata değer vermem. Tiyatro, 'insanı' anlatan bir sanat dalı.

BİR ANI (35) 🎭

'Müziksiz Evin Konukları' adlı oyunu seyrettikten sonra, her zaman olduğu gibi birkaç twit attım. Twitim olumlu yönde idi. Aradan bir müddet geçti ve bir Pazar sabahı, Hürriyet Gazetesi'nin Keyif ekini açtığımda, attığım o twiti, oyunun ilanında gördüm. Benim için hem şaşırtıcı hem de mutlu edici idi. O ilanı gazeteden kestim ve sakladım. Anım bu sefer görselleşmişti...

BİR ANI (36) 🎭

İlk izlediğim oyun, İBBŞT yapımı 'Bisküvi Adam' adlı çocuk oyunu idi. Oyunu 1997'den başlayarak, 7 kez ve ailenin farklı üyeleriyle seyrettim. O zamanlar kaset uygulaması vardı. Eğer oyun müzikli ise, müzikleri bir kasette toplanır, çıkışta satılırdı. Biz de bir tane almıştık. Taşınma esnasında kayboldu. Lakin oyunun şarkısı hala aklımda. Sevinç Erbulak ve Bennu Yıldırımlar'ı orada tanıyıp, sevdim. Aradan geçen yıllar içerisinde hep bir fotoğraf ya da afiş aradım, tesadüf eseri bir tane bulabildim. Bu yıl, 'keşke Bisküvi Adam yeniden oynasa, çok uzun zaman oldu' diye aklımdan geçirirken, Mart ayında İBBŞT'nın programında gördüm. Hemen izledim ve o günlere gittim. Artık oyun ile ilgili (en azından) elimde bir broşür var. Birkaç tane de fotoğraf. Oyunu bir arkadaşım ile izledim. O arkadaşımla da bu oyun vesilesi ile tanışmıştım. Meğerse onun da izlediği ilk oyun Bisküvi Adam imiş. Şimdi bir ortak anımız oldu. Kader...

BİR ANI (37) 🎭

Lorca'nın 'Yerma' adlı eserini, diğer eserleri ile birlikte değilde, tek başına basılmış hali ile arıyordum. Çünkü diğerleri bende vardı ve okumuştum. Twitter'da konuşuldu, yazıldı, çizildi lakin ortada net bir söylem yoktu. Ertesi gün Beyoğlu Sahaflar Festivali'ne gittiğimde ilk uğradığım sahafın, ilk kitabı 'Yerma' idi ve tek başına basılmıştı. Çeviri İlhan Berk'e aitti. Kitap epey eski idi ama ben almak istedim. Fiyatı normalin çok üstünde olduğu için alamadım. Aradığım oyunu internet ortamından okudum. Hala elimde bir kaynak yok...

BİR ANI (38) 🎭

Toronto'dan, yurduma dönmeme kısa süre kalmışken bir oyun izledim. Adı 'Vanya&Sonya&Masha&Spike' idi. Çehov'u görünce dayanamadım. Yerim, bilet fiyatlarından dolayı arkalarda idi. Oyunu seyrettiğim salon Panasonic ile anlaşmalı olduğu için fuaye LCD ekran kaynıyordu. Bütün ekranlarda oyunun fragmanı dönüyor, reklamı yapılıyordu. Fuaye çok küçük, salon ise 700 küsür kişilikti. İçki satışını gördüğümde çok şaşırdım. Herkesin elinde kadeh ile salona girdiğini görünce daha çok şaşırdım. Yanıma oturan çiftin elinde de içki vardı. Adam birinci kadehini bitirdikten sonra eşinden içkisini tazelemesini istedi. Eşi kızdı ve tek kadehle sınırlı kalması gerektiğini belirtti. Salon içki kokuyordu. Seyirciler son derece rahat, ben ise olanı biteni büyük bir şaşkınlık ile izliyordum. Yurt dışına ilk kez çıkıyor ve yurt dışında ilk kez bir oyun seyrediyordum. Benim için ilginç bir tecrübe ve anı olmuştu...

BİR ANI (39) 🎭

İBBŞT'nda izlediğim bir oyunun kadrosu beş kişilikti fakat sahnede iki kişi vardı. Oyun başlarken, ışıklar karardı ve arkadan bir gümbürtü geldi. Koştura koştura gelen üç kadının bir yandan bağırarak konuşmaları bir yandan da saygısızca davranışları beni rahatsız etmişti. Kadınlar, en ön sıraya kadar ilerledi. O kişileri oyunu izlemek için geç kalan, son dakikada salona giren seyirciler sanmıştım. Meğer oyunun diğer üç oyuncu imişler. Öyle sanan sadece ben değildim. Yanımda oturan yaşlı amca: 'Yavaş be yavaş, salona böyle mi girilir? Allah cezanızı versin, biraz saygı yahu' diye sitemde bulundu. Daha sonra yanındaki kadın (muhtemelen eşi) durumu izah etti. Yapılanlar oyunun bir parçasıydı. Ben şaşkınlığımı üzerimden atmış, gülme faslına geçmiştim...

BİR ANI (40) 🎭

Her çocuk gibi ben de ilkokulda/ortaokulda öğrenim görürken, sene sonlarında birçok kez sahneye çıktım. Onlardan bir tanesi Lüküs Hayat opereti ile ilgili. Oyunu Şehir Tiyatroları'nda ilk izlediğimde çok beğendim ve sene sonunda bu oyunu oynama kararı aldım. Sınıfımda tiyatro seven arkadaşlarım beni desteklediler ve bir cast oluşturdum. Sene bitti ve oyun oynandı. Haliyle çok amatörceydi. Oyunu nasıl daha profesyonel hale getiririm diye düşündüm ve bu vesileyle birkaç kez daha Lüküs Hayat'ı izledim. Oyun sırasından not tutuyor, eve gelip metni yazıyordum. Oyunun uzun oluşu beni zorlamıştı. Nihayet tamamladım ve ekibi genişlettim. Fakat bu sefer oyunu sahneye koyan ben değil, okulun her hafta 1 gün getirttiği tiyatro hocası idi. Hocaya çalışmalarımı gösterdim, bana başrolü teklif etti. Düşünmeden kabul ettim. Bir öncekinde de başrol bendim. Dekor ve kostüm için benden yardım istedi. Dedikleri gibi iki kalası birleştirdim ve boyadım. Her iki sene de Profilo'da oynadık. Şimdi ne zaman o sahneye gitsem bir tuhaf olurum. Hocam o zamana kadar Lüküs Hayat'ı izlememişti. Bu bana her zaman çok ilginç gelir...


Ege Küçükkiper