29 Şubat 2016 Pazartesi

Tiyatroların Fiyat Politikası Üzerine

Dün, Eskişehir Şehir Tiyatroları'nın, 'Tom, Dick ve Harry' adlı oyununu Bakırköy Belediye Tiyatroları'nda izledim. Eskişehir Şehir Tiyatroları'nın bilet fiyatları 5-7 TL aralığında. Aynı kurum daha önce 'Bir Anarşistin Kaza Sonucu Ölümü' oyunu ile DT Cevahir sahnesine geldiğinde de, ücret tarifesi yine yukarıda belirttiğim şekilde idi.

Kurumun yeni oyunu 'Ağır Roman', Mart ayında Zorlu PSM'ye geliyormuş. Bilet fiyatları ise 40 - 60 TL arasında değişiyor. Kurumun diğer yapımlarına göre tek fark, oyunun oynandığı yer. Bakırköy'de ya da Devlet Tiyatroları'nın herhangi bir sahnesinde oynandığında 7-5 TL olan ücretler, Zorlu'da oynandığı zaman 40-60 TL olarak seyirciye sunuluyor. Bu nasıl bir çifte standart? Aynı şey Lüküs Hayat'ta da olmuştu. (O da Zorlu'da oynadı)

Kurumun açıklamış olduğu bilet fiyatı ne ise, her zaman o fiyat üzerinden bilet satılmalı. Normal olanı bu. Siz hiç, İstanbul Şehir Tiyatroları'nın herhangi bir oyununun Harbiye'de 10, Fatih'te 8, Kadıköy'de 5 liraya oynandığına şahit oldunuz mu? Eğer mesele mekan ise, Zorlu PSM'de oynamayın. Başka bir salonda oynayabiliyorsanız (örnekleri yukarıda), yine orada oynayabilirsiniz demektir.

Zorlu ile olan şeyler saymakla bitmez. Müşterek Tiyatro'nun bir oyunu olan '39 Basamak' için belirlenen bilet fiyatları tam 60, öğrenci 40 TL şeklinde. Bu bir özel tiyatro. Bilet fiyatlarının böyle olması normal karşılanabilir. Anormal olan kısım, öğrenci biletlerinin sadece balkondan veriliyor oluşu. Yani kişi öğrenci ise ve oyunu parterden (aşağıdan) seyretmek istiyorsa tam ücret (60 TL) ödemek zorunda. Bunun mantığını bana kimse anlatamaz. İnternet satışı da sadece tam bilete yönelik. Üstüne eklenen katkı paylarını saymıyorum bile... Ey Biletix duy beni! 

Müşteri memnuniyeti denen şey, belli ki buralara uğramamış. Yazık, çok yazık. Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastahanesi hepiniz için açık!


Ege KÜÇÜKKİPER

21 Şubat 2016 Pazar

Çehov Üzerine Seçtiklerim



İlk oyunu 'Öksüzler' (Platonov) imiş. Oyun 226 sayfalık 11 

defterden oluşuyormuş. Kız kardeşi arşivi düzenlerken 

bulmuş. (1877) İlk kez Berlin'de 1928'de oynanmış.


Lise mezuniyet sınavında edebiyat kompozisyonu için 4 saat 

55 dakika harcayarak 4 almış. (10 üzerinden) 


İvanov'u 10 günde yazmış. Aynı yıl (1877) 1 saat 5 dakikalık 

bir sürede 'Son Şarkı' adlı bir oyun yazmış. Sahne süresi 

20 dk. imiş. Kalhas diye biliniyormuş.


Yazılışından 100 yıl sonra 1977'de Nikita Mihalkov, oyunu 

'Mekanik Piyano İçin Tamamlanmamış Piyes' adı altında 

filme almış.


En sevmediği oyunu Orman Cini imiş. Martı'yı 8 günde 

yazmış.



Ağaçlara 'yeşil oğullarım' dermiş.



Yol ve mektep yaptırmış. Zor durumdaki besteci, müzisyen

ve edebiyatçılara yardım edermiş.



Arşivcilik yönü varmış. En sevdiği noktalama işareti (...) üç

nokta imiş. Provalara (rejiye) çok sık müdahale edermiş.



82 gün Sibirya'da pranga mahkumları ile konuşmuş.

Siyasiler ile konuşmak yasakmış ama gizli gizli görüşmenin 

yolunu bulmuş.



Gençliğinde kendini 'köle' olarak tanımlamış. "Şu delikanlı 

içindeki köleyi bastırarak, damla damla söküp atar. 

Günlerden bir gün, sabahleyin uyandığında hisseder ki, 

damarlarında akan kan artık köle kanı değil, gerçek insan 

kanıdır." (1889)


Meyerhold, Çehov'un Bir Evlenme Teklifi, Ayı ve Jübile 

adlı kısa oyunlarını birleştirip adına '33 Baygınlık' demiş. 

Nedeni, üç oyunda toplam 33 kez bayılma sahnesinin oluşu 

imiş.


Üç Kız Kardeş oyunundaki Tuzenbah karakterini 

Meyerhold'a adamış. Tuzenbah: "Bugün kahve içmedim, 

söyler misin kahve pişirsinler..." (gider) Meyerhold da tam 

tutuklanıp evden giderken buna çok benzer bir cümle 

kurmuş.


Üç Kız Kardeş'te, kız kardeşleri, Perm'de yaşayan üç aydın 

kadından (Ottilya, Margarita, Evelina) ilham alarak 

oluşturmuş. Onlar, Perm'deki ilk özel okulun 

kurucularıymışlar. (Zamanında Perm'e gitmiş)


Vişne Bahçesi'nde, Ranevskaya karakterini 'genç işi 

kıyafetlerden hoşlanan yaşlı bir libarek kadın' olarak hayal 

etmiş. Uşak Firs'i ise 'para biriktiren ve biriktirdiği paraları 

oyuncak arabada saklayan bir adam' olarak düşünmüş. 

Gayev'i de bir kolu olmayan amatör bilardocu olarak...


Stanislavski, Çehov'un hastalığında, yazlığını ona bırakmış 

ve Çehov bir sabah çok erken saatte ev halkının treni 

karşılamak için atlı arabalar hazırladığını ve bundan doğan 

telaşı görmüş. Böylece Vişne Bahçesi'nin o meşhur 

sahnesi doğmuş. Yazlıkta evin demirbaşı olan Dunyaşa 

adında bir hizmetçi varmış. Çehov karakterin adını 

değiştirmeden oyununa almış.


Stanislavski, Çehov'un her istediği yerine getirilsin diye 

'kendi yardımcılarını da getirebileceklerinin ama 

Dunyaşa'nın her işi halledebileceğinin' altını çizmiş. (Oyunu 

düşünün) Stanislavski'nin annesi 'büyük çocuk' gibiymiş. 

Tıpkı Çehov'un Ranevskaya'sı gibi. Karakteri yaşlı olarak 

düşünmesi de bundan kaynaklı...


Yine yazlıkta çok yaşlı bir dadı varmış ve bu dadı bir süre 

sonra çalışamayacak duruma gelmiş. Sadece dinlenirmiş. 

Tıpkı Firs gibi çok sadıkmış. 1861'de 'Köylülere Özgürlük 

Yasası' çıktığında dadı ailede kalmayı tercih etmiş. Çünkü 

Firs gibi gidecek bir yeri yokmuş. Kaldığı evde ölmüş...


Çehov, Vişne Bahçesi'nin bir temsilinde, ölmesine birkaç 

gün kala, birkaç kişinin yardımıyla, oyunun oynandığı salona 

gelmiş. O sırada 4. perde başlamak üzereymiş ve şöyle 

demiş: "Hadi gidelim, gidelim de bizimkilerin Vişne 

Bahçesi'ne nasıl veda ettiğini izleyelim, ağaçları nasıl 

baltaladıklarını dinleyelim..." (Bir nevi kendi vedası)



Tolstoy (o dönem 'Canlı Ceset' adında bir oyun yazarken): 

Vanya Dayı'yı izlemeye gittim ve öfkelendim. Ceset'i 

yazmak istedim, özetini yazıverdim.


Mir Boji Dergisi: "Asilzade kültürünün çöküşü, Çehov'un 

kehaneti oldu."


Moskova Sanat Tiyatrosu: "Bizim kaderimiz artık Çehov'a 

bağlı." 





Çehov'dan 70 Not 



Başkalarının günahlarıyla kutsallığı elde edemezsiniz.


Hayır, bu kötü ruha ben bir şey yapmadım, o bana yaptı.


Korktukları insanlara yaranmaya çalışırlar.


İdealizmin sonu geldi, o, yerini rubleye verir.


Karşılaştığın ne olursa olsun, bunlara kaçınılmaz ilk 

ihtiyaç gibi yaklaşma.


Dünya iyidir, iyi olmayan tek şey var: Bizler.


İyi görgü kuralları, masa örtüsüne sos dökmemekte özen 

göstermek değil, başkası masa örtüsüne sos kabını 

devirirken, görmemezlikten gelmek demektir.


Yaşamdaki mutluluk ve neşe, ne mutluluk ne de aşkla olur, 

sadece doğrularla ve hakikatle.


İnsanlar, aşçı kadının çöplüğüne attığı yemek kalıntıları ve 

kemikleri yemezler. Ahmaklar!


Uygarlık ve medeniyet diye adlandırılan merdivenden 

çıkın, bunu size bütün içtenliğimle tavsiye ediyorum, ama 

nereye gidiyorsunuz doğrusu bilmiyorum. Bir merdiven 

için bunu yapmaya değmez. 


Milli çarpım cetveli olmadığı gibi, milli bilim dalı da yok, 

milli olan ne varsa ona bilim denmez.


Dostlarınızı adaletsiz yolla zengin olanlardan seçin. Böyle 

denmiş, evet, çünkü adaletli yolla zengin olmak mümkün 

değil. 


Yalnız insanlar, restoran ve hamama muhabbet etmek için 

giderler.


Eskiden, tuhaf insanlar ona hasta gibi geliyordu, şimdiyse 

bunu normal hal gibi kabul ediyor, yani tuhaf biri olmayı.

Yapılan işler amaçlarıyla belirlenir, o işe devasa denir ki 

amacı devasa olsun.


Haşarat, bit bitki yer, yalan da kalbi yer.


İki eşli adam: Biri Petersburg'ta, diğeri Kerç'te. Sürekli 

kavga, dalaş, tehditler, telgraflar. Adamı neredeyse 

intihara sürükleyeceklerdi. Nihayet çareyi buldu: İki eşini 

aynı eve yerleştirdi. Onlar şaşkınlık içindeler, taş kesildiler, 

donakaldılar. Sustular, ne bir ses ne bir seda.


İnsan ne kadar kültürlüyse, bir o kadar bedbahttır. 


Bir delikanlı edebiyat delisi, edebiyatçı olmayı hayal 

ediyor, bu konuda babasına mektup yazıyor. Nihayet işini 

gücünü bırakıp Petersburg'a gidiyor, kendini edebiyata 

adıyor. Sansür memuru oluyor.


Ahlaksızlık, insanlık ile birlikte doğar.


Kılıflı adam, galoş, kılıklı şemsiye, kılıflı saat, kılıflı bıçak. 

Tabutta yattığı zaman gülümsüyordu: galiba idealini 

bulmuştu.


Ağa mujiğe: Şayet içkiyi bırakmazsan, senden nefret 

edeceğim. Evdekiler: Ne dedi ağa? Diyor ki, senden nefret 

edeceğim. Evdekiler çok mutlular.


Merhametle, tatlılıkla başarılı olamayan, sertlikle de hiçbir 

şey yapamaz.


İnsana sadece ve sadece 3 arşın toprak gerekir. İnsana 

değil, cesede. İnsana dünya gerekir.


Kadın sanatın değil, sanat çevrelerinde kopan gürültünün 

etkisi altındaydı.


Gazete yazarı N'nin aktris X ile ilişkisi var. Hayırseverlik 

yapılmakta. Oynayan oyun kötü şeyleri anlatıyor, 

oyunculuk berbat, fakat N övgüler yağdırmaya mecbur. 

Kısa bir şekilde şöyle yazar: Hem oyun hem aktris büyük 

bir başarı kazandı. Ayrıntılar yarın. Ertesi gün X gelir, o 

kapıyı açar, öpüşürler, sarılırlar ve aktris kinayeyle: 

Ayrıntılar yarın.


Zavallı çilekeş sanat!


Seyirci sanatta en çok banalliği,iyi bildiklerini ve alışkın 

olduklarını sever.


Ölüm korkunçtur, fakat ebediyen yaşamak ve hiçbir zaman 

ölmemek bilincine sahip olmak daha korkunçtur.


Evde kalmış kız tez yazar: Müminlik tramvayı


Yüzünde deri eksikliği vardı: Gözlerini açmak için ağzını 

kapamak zorundaydı.


En iyi yer bizim bulunmadığımız yerdir. Geçmişte biz artık 

yokuz, işte bundan dolayı geçmiş bize güzel geliyor.


Şerefi bir insanın elinden alamazsınız, şeref yitirilir.


Hep 'bende frengi yok' diyen adam: Ben dürüstüm. Karım 

namuslu kadındır.


Adam bir mektup yazar ve sonunda: Ekinde cevap mejtubu 

için pul gönderiyorum.


Köyden en iyi insanlar şehre gidiyorlar, bundan dolayı köy 

çöküyor ve çökecek.


Diyorlar ki, eninde sonunda hakikat galip gelecek, ama bu 

hakikat değil.


Akıllı şöyle der: Bu yalandır ama halk yalansız 

yaşayamadığına göre, onu kökünden yok etmek mümkün 

değildir, bırakın şimdilik var olsun. Dahi şöyle der: Bu 

yalandır, dolayısıyla var olmamalıdır. 


Kendini satan Bayan N herkese şöyle der: Seni herkesten 

farklı olduğun için seviyorum.


Böceklerde tırtıldan kelebek çıkar, insanlarda tam tersi: 

kelebekten tırtıl.


Evdeki köpekler onları seven, okşayan sahiplerine değil, 

onları döven aşçı kadınlara bağlıdır.


Tabloda bir tarla bir akağaç. Tablonun altındaki imza: 

Yalnızlık.


Çocuk sahibi olduktan sonra bütün kötü yönlerimizi, 

örneğin dolandırıcılık, küçük burjuva alışkanlıklarına şöyle 

mazeret buluruz: Efendim, çocuklar için yapıyorum.


Sana inanırlar, yalan söylemiş olsan bile, yeter ki otoriter 

bir biçimde söyle.


Eğer yalnızlıktan korkuyorsanız, evlenmeyin.


Hayat büyük, devasa görünüyor, oysa küçücük, avuç içi 

kadar yerde oturuyorsun.


80 yaşında ihtiyar, 60 yaşındaki adama: Ayıp, ayıp, 

delikanlı!


Akıllı öğrenmekten hoşlanır, ahmak öğretmekten.


Bir insan ne zaman iyi olabilir? Siz ona nasıl olduğunu 

gösterdiğiniz zaman.


Bakın sayın hakim, benim köpeğime köpoğluköpek dedi, 

şikayetçiyim.


Kar yağıyordu, ama kan dökülmüş yerlere tanecikler 

düşmüyordu.


Susadığın zaman, sana öyle geliyor ki koskoca denizi 

içebilirsin buna inanç denir, ama suyu içmeye başladığında 

iki bardaktan fazlasını içemezsin buna da bilim denir.


Yıldızlar çoktan sönmüşler ama kalabalık için hala 

parlıyorlar.


Hekimi 'davet' edeler, sağlık memurunu 'çağırırlar'.


Dozunda libaralizm: Köpeğin özgürlüğe ihtiyacı var ama 

ne de olsa onu zincire vurmak gerekir.


Kadın ve erkek arasındaki fark: Kadın yaşlanınca, gittikçe 

kadınsı işlere veriyor kendini, erkek ise kadın işlerinden 

uzaklaşıyor.


Tıp, nihaklı karım, edebiyat sevgilimdir.


Pis karasinek koskoca duvarı pisleyebilir fakat bir küçük 

pis olay bütün işi bozabilir.


Sanatın zevkini tatmayan için başka zevk yok, olamaz.


Aldırmazlık ruhun felci, zamansız ölümüdür.


Yoldan çıkmış ahlaksız kanarya, ağırbaşlı kurttan daha 

iyidir.


Kadının göğsü, çocuk için büfedir.


Şarap ve müzik benim en güzel tirbüşonum olmuştur.


Eğer Tanrınız yoksa, yaşamanın hiçbir anlamı yok, yok 

olun daha iyi.


Ahmakların elinden ölmek, onlardan övgü işitmekten daha 

iyidir.



Dolap yüz yıldır bu dairede duruyor, bunu belgeler 

kanıtlıyor, memurlar ciddi ciddi dolabın jübilesini 

kutluyorlar. (Vişne Bahçesi'ni düşünün)


Başarı bu adamcağızı diliyle yalamış.


Evlendikten sonra ben de kadın oldum.


Madem hekimim o zaman hasta ve hastahaneye ihtiyacım 

var.


Aktrislerin hamile kaldığına çok seviniyor, erkek 

oyuncuların bunu yaşayamadıklarına üzülüyorum.




Ege KÜÇÜKKİPER



Kaynak

Not Defteri (Anton Çehov) Dönence Yayınları

1 Şubat 2016 Pazartesi

Disiplinlerarası (Psikoloji, Sosyoloji, Felsefe, Mantık) Düşünceler

Uzun yıllardır düşünüyordum fakat son zamanlarda okuduğum kitapların da etkisi ile daha sık düşünmeye başladım. Her şey düşünce ile başlar. Ne demiş Ömer Hayyam, 'ben düşündükçe var dünya, ben yok, o yok'. Daha baştan felsefik bir cümle! Neyse ki yazım ile ilgili. İşte yazımı oluşturan, varlık sebebi düşüncelerim iki koldan ilerliyor. Birinci kol psikoloji, sosyoloji, felsefe ve mantık ile uğraşanların (okuyanların, heves edenlerin, mezunların, çalışanların, emeklilerin) tiyatro ile bağı, ikinci kol ise tiyatrocuların ya da tiyatronun herhangi bir alanı ile uğraşanların bu disiplinlere ilintisi.

Öncelikle birinci kolu biraz açmak istiyorum. Çevremde psikoloji ve sosyoloji ile uğraşan çok insan var. Hepsi de genç. Fakat biri hariç, hiçbiri tiyatroya gitmiyor. (Arada benim çabalarım ile gidebiliyorlar) Tiyatro ile ilgili okuduğum tüm kuramsal kitaplar, tiyatronun ana malzemesi olan 'insan' üzerine temellendirilmiş. Elbette oyunlar da bu şekilde. Unutmamalı ki bir psikoloğun ve/ya sosyoloğun işi de insan. Biri daha bireysel, biri daha toplumsal. Tıpkı tiyatrodaki kimi akımın bireysel kimi akımın toplumsal olması, ya da bireyden topluma gidenler ile toplumdan bireye gidenlerin paralellikleri gibi. Tiyatro ile uğraşanlar bilirler, bir katharsis (arınma) etkisi vardır. Bu etki sayesinde kişi, oyunu izlediği salondan arınmış olarak çıkar. Bu arınışın derinliklerinde 'ruh' vardır. Bir psikolog bireyin, bir sosyolog ise (genelde) toplumun ruhunu arındırmayı amaç edinir. Fakat bu meslekler ile uğraşan kişi(ler) tiyatroya gitmeyerek sanat yolu ile kendi ruhlarını arındıramaz iken, karşısında 'hasta' teşhisi koyduğu kişiyi tedavi etmeyi düşünür. (Evet o meşhur terzi hikayesi) Bu durum bana göre imkansızdır. Açıkçası sanattan kopuk bir psikoloğa tedavi olmayı düşünmem.

Ağaç yaşken eğilirmiş. Ben yaklaşık 20 yıldır tiyatroya gidiyorum ve şimdiye kadar ruhsal bir bunalım geçirdiğimi hiç hatırlamıyorum. Ruh sağlığının beden sağlığını koruduğu da bir gerçek. Örneğin 1 saat spor yapmanın yerine 1 saat oyun izlemeyi yeğlerim. (Buradan sporu önemsemediğim sonucu çıkmıyor) Günümüzde bir üniversitenin yukarıda saydığım dört bölümünün herhangi birinden mezun olan bir gencin, bilhassa okuduğu dört yıl içerisinde, yani eğitim sürecinde tiyatro ile ilgilenmesi gerekir. Bunun için üniversite kulüpleri aktif olmalıdır. Bu ilgi en çabuk akla gelen 'oyunculuk' ile sınırlı değildir. Bir oyun izlemek ya da okumak da düşüncelerimin kapsamı içerisindedir. Sanat elbette geniş bir başlık. Sinema mezunu ben, daha çok tiyatro ile meşgul olduğum için yazıya resim, heykel, müzik, edebiyat, sinema gibi diğer sanat dallarını katmadım. Şüphesiz, müzik dinlenmeli, roman okunmalı, film izlenmeli, sergiler gezilmeli ve bu yollarla da arınma sağlanmalıdır. 

Psikoloji ve Sosyoloji ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar. Felsefe ve Mantık, işin daha çok düşünsel boyutu. Yani tiyatronun bir başka ana etmeni. Bir felsefeci, bir oyuna çok daha başka bir gözle bakabilir. Böylece sahnede ya da elindeki kitapta karşılaştığı oyun kişisini, kendi uzmanlık alanında değerlendirip, mesleğine bambaşka katkılar sunup, ufuklar yaratabilir. Hegel, Freud ve Comte sanata fazlasıyla eğilmiş ve eğilimlerini alanları ile bütünleştirmişler. O yüzden bu kadar BÜYÜKLER. Sanat aynı zamanda insanı yüceltir de. Kısacası Kral Oedipus'tan, Hamlet'ten, Hedda Gabler'den, Cesaret Ana'dan (malum örnekler çok) bihaber olan bu dört benzer meslek grubunun çeşitli üyeleri, işlerinde yetkin olamayıp, son derece yüzeysel kalacakları aşikardır. 

Gelelim ikinci kola. Bu kola, ilkinden çok daha fazla sinirleniyorum. Bir oyuncu, bir yönetmen, bir dramaturg, bir dekor, kostüm ve ışık tasarımcısı, bir besteci, bir eleştirmen hatta bir çevirmen yazıya dahil ettiğim dört alandan en az ikisini çok iyi bilmelidir. Teknoloji çağında yaşamamız, kaynaklara ulaşmamız açısından bulunmaz bir nimet. Nasıl ki bir psikolog Hedda Gabler'i bilmek zorunda ise, Hedda Gabler'i oynayan oyuncu da, oyunu yöneten yönetmen de Freud'u bilmek zorundadır. Bu 'biliş'in ülkemde etkili olduğunu düşünmüyorum. Bunu izlediğim oyunlara dayanarak söylemekteyim. 1960-70 yılları arası oyunları ile etkin olan yerli yazarlar bana göre bilgiye ulaşmışlar. Bunu da okuduğum oyunlara dayanarak söylemekteyim. 

Örneğin Shakespeare'in Venedik Taciri'ne Marksist açıdan yaklaşan bir yönetmene bugüne kadar denk gelmedim. (Var mı?) Marx da bir felsefeci. Her oyunun bir mantığı, bir felsefesi vardır. Bunu 1 cümle ile de özetleyebilirsiniz. Oyun çıkışı bu özeti sağlıklı yapan biri, ortalamanın üzerinde bir oyun seyretmiştir. (Benim için bir kriter) Demek istediğim metnin görünür kısımlarına, aynı bakış açısından bakılması, tiyatro sanatını hiçbir zaman ileri götürmez. Bu dört disiplinlerarası alan, vizyon açısından olmazsa olmazdır. Bugün Ibsen'in felsefesini bilmeyen biri, onun bir oyununu yönetiyor. Bu çok acı...

Geçenlerde meşhur test sitesi Onedio'da bir test çözdüm. Son sorunun şıklarında bir tiyatro sahnesi vardı. Onu seçmem ile birlikte test sonucu 'Psikolog' olarak çıktı. Denk gelmiş de olabilir. Fakat bir şeyler olduğu kesin... 


KİTAP ÖNERİLERİ

* Bu kitaplar ile buluşmama vesile olan Melih Anık'a ÇOK teşekkürler...