30 Aralık 2014 Salı

'Güncel'i İyi 'Okumak' Gerekir

Dün Memet Baydur'un "Yeşil Papağan Limited" adlı eserini okudum. Eseri okuduktan sonra bundan önceki okumalarımda yaptığım gibi, ilk olarak metni kendi kafamda tarttım ve aldığım notlardan birtakım çıkarımlar yaptım. Daha sonra Devlet Tiyatroları Digital Oyun Arşivi'nden, oyun hakkındaki broşürleri inceledim. İncelerken, dikkatimi çeken ve beni şimdiye kadar rahatsız eden bir konu üzerinde durulduğunu gördüm. Yazarın kendi ağzından aktardığı iki sayfalık kısmın fotoğrafını aşağıda paylaşmak istedim. Aslında benim bu yazıda değineceğim 'sorun' sadece ilk sayfayı kapsıyor fakat oyunun ortaya çıkış sürecini merak edenler için her iki sayfayı da yayınladım. (Yazımın devamı fotoğrafların altındadır. Öncelikle fotoğrafta yazanları okumanız daha iyi olacaktır)




Memet Baydur şöyle diyor: "Hayatı boyunca 'güncel' olanla dalga geçmiş ve 'güncel edebiyat' ile mesafesini korumaya çalışmış bir yazar olarak, memleketimiz yazınının bence en güzel örneklerine sığınıyordum." Yazarın bu cümlesinden yola çıkarak, 'güncel' ile ilgili bazı maddeler oluşturdum.

1) Güncel olanla dalga geçmek her yazarın yapabileceği ve anlayabileceği bir şey değildir. Öncelikle 'güncel' kelimesi neyi ifade ediyor bir bakmak gerekir. Yerli ya da yabancı genç oyun yazarlarında 'güncel'in sadece 'bugün'e has bir şey olarak algılandığını görüyorum. (Okuduğum metinler bana bunu gösteriyor) Güncel, yalnızca bugünü kapsamaz. İlerisi için bir kaynak oluşturur. Adımlar (replikler) geleceğe doğru giden yolu belirler. Günümüz itibariyle yazılan oyunlar, bundan 200 sene sonra sahnelendiklerinde, güncelliği merkez noktasında tutup, bugünü (sahnelendiği günü) yakalayabilmelidir. (Klasik eserler bunu yapıyor.) Mühim olan 'evrensel' olabilmektir.

2) Her şeyden önce dikkatinizi çekmek istediğim bir husus var. Memet Baydur'un oyunu 'isim' olarak fazlasıyla güncel. Bunu, oyun isminin (Yeşil Papağan Limited) 'belirsizliğine', 'kimliksizliğine', 'kişilerden ve olaylardan bağımsızlığına' borçlu. Metin 1992 yılında yazılmış. Aradan geçen 22 yıllık süreç içerisinde eskimemiş, güncelliğini yitirmemiş. Yani o güne 'kilitli' kalmamış. 

Çünkü dönemin siyasilerinin adları gerçeği yansıtmamış, olaylardan tarihi akış içerisinde ve isim verilerek bahsedilmemiş. Bütün bunlara rağmen metni okurken, 'bakan' olan karakteri, yakın bir zamanda haklarında fezleke çıkarılan dört eski bakandan biri, bir başka karakteri ise yine çok yakın zamanda "faiz geri alımı" ile gündeme gelen kişi olarak yorumladım. Karakterleri günümüz ile bağdaşlaştırdığım için haliyle olayları da bu çerçevede yorumladım. Kısacası 22 sene öncesinin ışığı bugünü aydınlattı. Çünkü kilit her zaman 'açık'tı.

"Taksim Meydanı Müzikali" dediğimde ne düşünürsünüz? Ben, adı (ve dolayısıyla metni) adeta 'bugün' (aslında dün) içerisine sıkışmaya mahkûm olmuş, Yeşil Papağan Limited'in tersine her şeyi belli ve açık (!) olan, belki bundan yıllar sonra hatırlanmayacak bir olayın peşinden giden, dönemin siyasilerine takılı kalan bir oyun düşünürüm. İktidarlar gelip geçici fakat sanat/sanatçı kalıcıdır. Memet Baydur'un oyunu tam da bu 'kalıcılık' üzerine kurulu. Gökhan Erarslan'ın "Vakti Geldi" adlı oyununu da bu kalıcılığın içerisine dahil edebilirim. Oyundaki karakterlerin isimleri 'Bürokrat', 'İş Adamı', 'Profesör' ve 'Kadın'dır. Hangi Bürokrat?/İşAdamı?/Profesör?/Kadın? olduğu belirsizdir. Yani boşluğu siz doldurursunuz. 

3) "Güncel olan ile dalga geçmek" Memet Baydur'un metninde asla bir 'yergi' taşımıyor. Oyun kara komedi türünde ve bu türün gerekliliklerini yerine getiriyor. 'Laf sokmak' bir dalga geçme sanatı değildir. Dalga kimi zaman yükselir, kimi zaman alçalır. Bu da oyunun nasıl bir zekaya hitap ettiğini gösterir. Bazen seyirci yüksek dalgada boğulur bazen yazar. Boğulan yazar, artık dünde anılacak, gelecek için bir şey yapamayacaktır. Bazen de yazar 'dalgakıran' vazifesi görür. Sınırı aşmaya müsade etmez! (Her şeyin bir ölçüsü var)

4) "Güncel edebiyat ile mesafeli olmak" her zaman iyidir. Ben, bu cümledeki edebiyat sözcüğü yerine 'tiyatro'yu koyuyorum ve sahnelenen çoğu oyunun 'vitrin' olduğunu yineliyorum. Popüler kültürden beslenen bir sanat olmaz. Olmamalıdır. Hangi oyunun bu yolla sahnelendiğini, yazıldığını ve seçildiğini anlarım. Anladığım zaman da o oyun/yazar/yönetmen ile arama bir mesafe koyarım. Oyunu izlememekle, yazarın diğer eserlerini (varsa) okumamakla, yönetmeni takip etmemekle... 


Oyun Yazmak İsteyenlere Çağdaş Türk Yazar ve Oyun Önerileri

Güngör Dilmen (Canlı Maymun Lokantası), Orhan Asena (Korku), Oktay Arayıcı (Bir Ölümün Toplumsal Anatomisi), Güner Sümer (Hüzzam), Haldun Taner (Gözlerimi Kaparım Vazifemi Yaparım), Turgut Özakman (Sarıpınar 1914), Turan Oflazoğlu (Kösem Sultan), Melih Cevdet Anday (Mikado'nun Çöpleri), Adalet Ağaoğlu (Kozalar).



Kaynak: DT Digital Arşivi / İDT "Yeşil Papağan Limited" Oyun Broşürü.

EGE KÜÇÜKKİPER



22 Aralık 2014 Pazartesi

Fincancı Katırları Zülf-i Yâre Dokunarak Toronto'dan Geçti


"Hey Zaptiye! Niçin kırbaçlıyorsun o zavallı 'orospu'yu? Onu kırbaçlamana neden olan şeyi, sen onunla yapmak için yanıp tutuşmuyor musun?" (W. Shakespeare - Kral Lear) 

3 aydır Toronto'dayım. 3 ay daha kalacağım. Giderken, tiyatrosuz bir sezon geçireceğim için üzgündüm. Daha sonra ortaya çıkan oyunlar, yönetim değişiklikleri ve en son Cibali Karakolu tartışmaları beni bu üzüntümden kurtardı. Fakat bu sefer başka üzüntülerim başladı. Erhan Yazıcıoğlu göreve geldikten sonra çeşitli gazetelere röportaj verirken dilinde hep şu cümle vardı: "Küstürdüğümüz seyirciyi geri getireceğiz." Erhan Bey'in doluluk oranı hesaplarına göre küsen seyirci geri gelmiş olmalı. Gelen gideni aratır derler. Siz, kaybettiğiniz 1 seyirciyi umursamayabilirsiniz (ne de olsa doluluk oranını etkilemez) ama ben kaybettiğim bir kurumu umursarım. Zaten bu yazı da umursadığımı gösteriyor. 

Yakınlarım (ailem, ailemin arkadaşları, arkadaşlarım, onların arkadaşları, sosyal medya aracılığı ile tanıştığım dostlarım) İBBŞT oyunlarına gidip gitmeme konusunda ağzımın içine bakıyorlar. "Gitme!" diyemiyorum. Bu benim 'kör' merhametimden kaynaklanıyor. Lâkin "Git!" dememin amacı da "değer" mantığından dolayı değil. Maksat tiyatro kazansın. Yani PR'ınızda olumlu anlamda katkım var. Sizin için çok önemli olduğundan belirtmek istedim. Bu belki beni dinlemenizi sağlar!

Zihni Göktay, fincancı katırlarını ürkütmeden, zülf-i yâre dokunmadan bazı şeyleri söylüyorum diyor fakat kurumun başındakiler bunun tam tersini yapıyor. Ben olsam oturur, fincancı katırları neden ürktü? diye düşünürüm. Sizi eleştirenlerin diline sivri diyor, onları düzeysiz, seviyesiz hatta kifayetsiz muhteris olarak adlandırıyorsunuz. Sizin yaptıklarınız ya da yapmayı düşündükleriniz onlara bu türden sıfatlarla hitap edilmesine neden oluyor. Yani sizin yaptıklarınız düzeysiz ve seviyesiz. Bir eleştirmenin dili, karşısındakine bağlıdır. İş kötüye doğru gidiyor ise dil sivrileşir. İyiye gidiyor ise (sizin tabirinizle) "törpülenir." Aslında dilin ölçüsünü sizler belirliyorsunuz. Karalamaya çalıştıklarınızı düzeysiz ve seviyesiz olarak nitelendirmeniz, hakarete karşı meyilinizi gösteriyor. Bu tutumunuz çok PR yapmaz...

Şunları belirtmek isterim ki teyzem, Erhan Yazıcıoğlu ve eşi ile ahbap. Yaklaşık 10 sene önce MSM'nde oyunculuk dersleri alırken de hocası Engin Alkan idi. Yani ben her iki ismi de son 10 yıldır yakından takip ediyorum. Bunu da daha önce hiç kimseye söylemedim. Fakat iş başka aşk başka. Demek istediğim kimseye torpil yok. Çünkü bu benim PR'ımı düşürür. Anlaşıyor muyuz? Dilinizi yakalamaya çalışıyorum...

Bir kurum neden eleştirilir? 

1) Hiç ya da çok uzun süredir oynanmamış oyunlar durur iken bir Türk filmini sahneye uyarlarsa eleştirilir. Yıllardır "Nora" (Bir Bebek Evi -Henrik Ibsen) oynansın diye söylemediğim şey kalmadı. Ama haklısınız müzikaller seyirci çeker. Emre Koyuncuoğlu'nun yönettiği Hedda Gabler'de (Henrik Ibsen) 1 sezon sonra repertuardan kalkar. Size tavsiyem "Şekerpare"nin yanına bir de Ibsen oyunu eklemenizdir. Günü kurtarma çabası içerisinde olduğunuz için bu yöntem eleştirileri bir nebze olsun hafifletecektir. (Ortak dili ancak bu şekilde yakalayabiliyorum)

2) Sadece doluluk oranını arttırsın diye aynı oyunu, aynı ayın 3 haftası oynatırsanız eleştirilir. (BKZ: OCAK AYI - ON İKİ ÖFKELİ ADAM) Diğer oyunlara haksızlık olmaz mı? Haksızlık yapmamak isterken haksızlığa ortak oluyorsunuz. Diğer oyunların rejisörleri ve oyuncuları (Engin Alkan hariç) eğer bu duruma tepkisiz kalıyorlar ise onlar da ortak oluyorlar demektir. 

3) Cibali Karakolu ile ilgili, oyuncusu farklı bir şey söyleyip, GSY farklı bir şey söylerse, bir de üstüne rejisörün ağzını bıçak açmazsa eleştirilir. Ben çok seslilikten yanayım, ama çok başlılık başka bir şey. Önerim, oyunu olduğu gibi bırakmanızdır. Yarın bir gün bir başka seyirci çıkıp, "oyun bu haliyle de çok uzun, en iyisi siz tek perdeye indirin" dese yapacak mısınız? Beni şaşırttınız demek ki 1 kişiyi önemsiyormuşsunuz. Bunu, yakın zamanda sahnede bir Ibsen oyunu göreceğim şeklinde yorumluyorum...

4) 100. Yıl özel gecesini seyirciye kapalı yaparsa eleştirilir. Adınız "şehir" tiyatrosu değil mi?  Şimdi yine önemseme konusunda çelişkiye düştüm. Beni bundan kurtarın. 

5) Yönetmeliğe karşı çıkanlar, aynı yönetmelikle idareci konumuna gelirse eleştirilir. İnandırıcılıktan yoksun kalmayı siz seçtiniz. Seçiminizin yanlış olduğunu söyleyenlere de kızıyorsunuz. Her seferinde ağzınıza tatlı niyetine bir şekerpare koyamam. Birazda üzerindeki bademi yemenizi tavsiye ederim. Acı dilinize iyi gelecektir.

6) Bir eleştirmen/seyirci, oyunu izlemeden evvel okuma amaçlı oyunun metnini talep ettiğinde, kurum metni vermiyorsa eleştirilir. Bu, kurumun eleştirmene/seyirciye saygısı olmadığını gösterir. O metne ulaşmak herkesin hakkıdır. (Civan Canova'yı örnek alın!)

7) "5 yeni sahne açacağım" dedikten sonra 1 sahne (Üsküdar Kerem Yılmazer) kapatırsa eleştirilir. Fakat Lefkoşa'dan gelen konuk tiyatrolara, kapatılan sahne tahsis edilirse eleştirinin dozu da artar.     

Boş yere istifa yaygarası koparmayacağım çünkü kimsenin etmeyeceğini biliyorum. Ayrıca bundan dolayı da bir kurum eleştirilebilir. İBBŞT'na artık çok daha farklı bir gözle bakacağım. Sizin de öyle bakmanızı salık veririm. Mesela Toronto artık öyle bakıyor ;)

Not: "Burada Laf Çok" adlı programı izledim. Program konukları: Erhan Yazıcıoğlu, Perihan Savaş, Engin Alkan ve Zihni Göktay idi. Programın adına yaraşır biçimde davrandınız. Konuşma üslubundan bile kimin daha ağırbaşlı olduğu anlaşılıyordu. İBBŞT eğer hâlâ saygın bir kurum ise GSY bunun farkında olmalıdır. Ayrıca Zihni Bey her programda aynı şeyleri söylediğinin bilincine varmalı ve seyirciyi usandırmamalıdır. 
 
EGE KÜÇÜKKİPER