1 Şubat 2016 Pazartesi

Disiplinlerarası (Psikoloji, Sosyoloji, Felsefe, Mantık) Düşünceler

Uzun yıllardır düşünüyordum fakat son zamanlarda okuduğum kitapların da etkisi ile daha sık düşünmeye başladım. Her şey düşünce ile başlar. Ne demiş Ömer Hayyam, 'ben düşündükçe var dünya, ben yok, o yok'. Daha baştan felsefik bir cümle! Neyse ki yazım ile ilgili. İşte yazımı oluşturan, varlık sebebi düşüncelerim iki koldan ilerliyor. Birinci kol psikoloji, sosyoloji, felsefe ve mantık ile uğraşanların (okuyanların, heves edenlerin, mezunların, çalışanların, emeklilerin) tiyatro ile bağı, ikinci kol ise tiyatrocuların ya da tiyatronun herhangi bir alanı ile uğraşanların bu disiplinlere ilintisi.

Öncelikle birinci kolu biraz açmak istiyorum. Çevremde psikoloji ve sosyoloji ile uğraşan çok insan var. Hepsi de genç. Fakat biri hariç, hiçbiri tiyatroya gitmiyor. (Arada benim çabalarım ile gidebiliyorlar) Tiyatro ile ilgili okuduğum tüm kuramsal kitaplar, tiyatronun ana malzemesi olan 'insan' üzerine temellendirilmiş. Elbette oyunlar da bu şekilde. Unutmamalı ki bir psikoloğun ve/ya sosyoloğun işi de insan. Biri daha bireysel, biri daha toplumsal. Tıpkı tiyatrodaki kimi akımın bireysel kimi akımın toplumsal olması, ya da bireyden topluma gidenler ile toplumdan bireye gidenlerin paralellikleri gibi. Tiyatro ile uğraşanlar bilirler, bir katharsis (arınma) etkisi vardır. Bu etki sayesinde kişi, oyunu izlediği salondan arınmış olarak çıkar. Bu arınışın derinliklerinde 'ruh' vardır. Bir psikolog bireyin, bir sosyolog ise (genelde) toplumun ruhunu arındırmayı amaç edinir. Fakat bu meslekler ile uğraşan kişi(ler) tiyatroya gitmeyerek sanat yolu ile kendi ruhlarını arındıramaz iken, karşısında 'hasta' teşhisi koyduğu kişiyi tedavi etmeyi düşünür. (Evet o meşhur terzi hikayesi) Bu durum bana göre imkansızdır. Açıkçası sanattan kopuk bir psikoloğa tedavi olmayı düşünmem.

Ağaç yaşken eğilirmiş. Ben yaklaşık 20 yıldır tiyatroya gidiyorum ve şimdiye kadar ruhsal bir bunalım geçirdiğimi hiç hatırlamıyorum. Ruh sağlığının beden sağlığını koruduğu da bir gerçek. Örneğin 1 saat spor yapmanın yerine 1 saat oyun izlemeyi yeğlerim. (Buradan sporu önemsemediğim sonucu çıkmıyor) Günümüzde bir üniversitenin yukarıda saydığım dört bölümünün herhangi birinden mezun olan bir gencin, bilhassa okuduğu dört yıl içerisinde, yani eğitim sürecinde tiyatro ile ilgilenmesi gerekir. Bunun için üniversite kulüpleri aktif olmalıdır. Bu ilgi en çabuk akla gelen 'oyunculuk' ile sınırlı değildir. Bir oyun izlemek ya da okumak da düşüncelerimin kapsamı içerisindedir. Sanat elbette geniş bir başlık. Sinema mezunu ben, daha çok tiyatro ile meşgul olduğum için yazıya resim, heykel, müzik, edebiyat, sinema gibi diğer sanat dallarını katmadım. Şüphesiz, müzik dinlenmeli, roman okunmalı, film izlenmeli, sergiler gezilmeli ve bu yollarla da arınma sağlanmalıdır. 

Psikoloji ve Sosyoloji ile ilgili söyleyeceklerim bu kadar. Felsefe ve Mantık, işin daha çok düşünsel boyutu. Yani tiyatronun bir başka ana etmeni. Bir felsefeci, bir oyuna çok daha başka bir gözle bakabilir. Böylece sahnede ya da elindeki kitapta karşılaştığı oyun kişisini, kendi uzmanlık alanında değerlendirip, mesleğine bambaşka katkılar sunup, ufuklar yaratabilir. Hegel, Freud ve Comte sanata fazlasıyla eğilmiş ve eğilimlerini alanları ile bütünleştirmişler. O yüzden bu kadar BÜYÜKLER. Sanat aynı zamanda insanı yüceltir de. Kısacası Kral Oedipus'tan, Hamlet'ten, Hedda Gabler'den, Cesaret Ana'dan (malum örnekler çok) bihaber olan bu dört benzer meslek grubunun çeşitli üyeleri, işlerinde yetkin olamayıp, son derece yüzeysel kalacakları aşikardır. 

Gelelim ikinci kola. Bu kola, ilkinden çok daha fazla sinirleniyorum. Bir oyuncu, bir yönetmen, bir dramaturg, bir dekor, kostüm ve ışık tasarımcısı, bir besteci, bir eleştirmen hatta bir çevirmen yazıya dahil ettiğim dört alandan en az ikisini çok iyi bilmelidir. Teknoloji çağında yaşamamız, kaynaklara ulaşmamız açısından bulunmaz bir nimet. Nasıl ki bir psikolog Hedda Gabler'i bilmek zorunda ise, Hedda Gabler'i oynayan oyuncu da, oyunu yöneten yönetmen de Freud'u bilmek zorundadır. Bu 'biliş'in ülkemde etkili olduğunu düşünmüyorum. Bunu izlediğim oyunlara dayanarak söylemekteyim. 1960-70 yılları arası oyunları ile etkin olan yerli yazarlar bana göre bilgiye ulaşmışlar. Bunu da okuduğum oyunlara dayanarak söylemekteyim. 

Örneğin Shakespeare'in Venedik Taciri'ne Marksist açıdan yaklaşan bir yönetmene bugüne kadar denk gelmedim. (Var mı?) Marx da bir felsefeci. Her oyunun bir mantığı, bir felsefesi vardır. Bunu 1 cümle ile de özetleyebilirsiniz. Oyun çıkışı bu özeti sağlıklı yapan biri, ortalamanın üzerinde bir oyun seyretmiştir. (Benim için bir kriter) Demek istediğim metnin görünür kısımlarına, aynı bakış açısından bakılması, tiyatro sanatını hiçbir zaman ileri götürmez. Bu dört disiplinlerarası alan, vizyon açısından olmazsa olmazdır. Bugün Ibsen'in felsefesini bilmeyen biri, onun bir oyununu yönetiyor. Bu çok acı...

Geçenlerde meşhur test sitesi Onedio'da bir test çözdüm. Son sorunun şıklarında bir tiyatro sahnesi vardı. Onu seçmem ile birlikte test sonucu 'Psikolog' olarak çıktı. Denk gelmiş de olabilir. Fakat bir şeyler olduğu kesin... 


KİTAP ÖNERİLERİ

* Bu kitaplar ile buluşmama vesile olan Melih Anık'a ÇOK teşekkürler...





















    










1 yorum:

  1. Tenevvür etmek gerekir...

    Tiyatronun sanat olabilmesi için, tenevvür etmek gerekiyor. Bunu münevver tiyatrocular sağlar. Ege, tiyatro münevveri. Onu okumayı sürdürün...

    Hilmi Bulunmaz

    YanıtlaSil